‘‘Kendi Alanımızda Benzersiz Bir Konum Elde Etmeyi Hedefliyoruz’’
Prof. Dr. Türker Kılıç
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı
Medical Park Göztepe Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi
Dünya ve Avrupa Bilim Sanat Akademileri Üyesi
T.U. Öncelikle sizi tanımak isteriz. Özgeçmişinizden ve akademik kariyerinizden kısaca bahseder misiniz?
Beyin cerrahisi profesörüyüm. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdim. İhtisasımı Marmara Üniversitesi’nde; üst lisansımı ise Harvard’da yaptım. 2012’ye kadar Marmara’da Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanlığı ve Nörolojik Bilimler Enstitüsü müdürlüğü görevlerinde bulundum. 2012’de Türkiye Bilimler Akademisi içerisinde aldığımız kararla bir tıp fakültesi kurma hevesini yaşama geçirme niyetine girdik. 2012 yılında bu tıp fakültesini en uygun şartlarda destekleyen kurum, Bahçeşehir Üniversitesi oldu ve 2012’den bu yana Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi kurucu dekanlığı görevini yürütüyorum. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de halihazırda var olan dekanlar arasında en uzun süre dekanlık yapmış olan kişiyim. Dolayısıyla yoğun bir beyin cerrahisi mesleki yaşantım var.
Aynı zamanda Avrupa Bilim Sanat Akademisi üyesiyim. Türkiye’den bugüne kadar tüm alanlarda 25 kişi, tıp alanında da 3 kişi Avrupa Bilim Sanat Akademisi’ne seçilmiştir. 2 sene önce aday olarak gösterildiğim Dünya Sanat ve Bilim Akademisine de (WAAS) 14 Aralık 2021 tarihinde kabulüm gerçekleşti. Einstein ve Russell’ın fikir babalığını yaptığı bu 62 yıllık akademiye ülkemizden kabul alan 8. bilim insanı ilk beyin cerrahı oldum.
T.U. Sizi bilime ve sağlığa yaptığınız katkılar dışında aynı zamanda Yeni Bilim BAĞLANTISALLIK, Yeni Kültür YAŞAMDAŞLIK Kitabı ile de tanıma şansımız oldu. Yazma sürecinizi anlatır mısınız?
2014’te Avrupa Bilim Sanat Akademisi’ne kabul edildim. Akademinin yedi ayrı fakültesi var. Bunlar tıp, teoloji, sanat, ekonomi, iklim ve çevre gibi fakülteler. Kendi seçildiğiniz fakülteden her yıl ana toplantıya katılmak zorunda olduğunuz bir kuralları var. Mazeretsiz iki toplantıya katılmazsanız akademiden atılırsınız ya da askıya alınırsınız. İlaveten diğer fakültelerden de en az iki tanesine katılmak zorundasınız. Bizim gibi hep çok yoğun çalışan, belirli bir alanda uzmanlaşmış kişiler için başta bana zaman kaybı gibi gelmişti. Daha sonra coğrafi alana göre toplantıları seçmeye başladım. Yani toplantı hoşuma giden bir yerdeyse katılayım, hiç olmazsa biraz da tatil yapayım diye düşündüm. Bunlardan bir tanesi teoloji alanındaydı. Göçmen problemleriyle alakalı olarak İsviçre Lugano’da bir toplantı yaptılar. Lugano’ya bayılıyorum. Gittik ama toplantı salonundan çıkamadım. Toplantı o kadar güzeldi ki. İnsanın küresel zihin gelişimi açısından uzmanlaşma dışında da farklı alanlarda bilgi birikimine sahip olmasının güzelliğini farkettim. Başka bir toplantı nanoteknoloji alanındaydı. Toplantı şahaneydi, çok hoşuma gitti. Sonraları neredeyse katılımı zorunlu olanlara zorunlu olarak gidip diğerlerine hevesle gitmeye başladım.
Bu arada Avrupa’da İnsan Beyin Projesi (HBP) başladı. Bu projede tümör bankamız nedeniyle sisteme entegre oldum. O dönemde yaklaşık yüz bilim insanı bu proje kapsamında çalışıyordu. Aynı zamanda ABD’de Human Connectome Project vardı. İnsan beyin projesine girince bu projeyle de ortak toplantılara katıldım. Bu toplantılara doku göndermeye başladık. Özellikle epilepsi cerrahisiyle elde ettiğimiz nadir bulunan normal görünümlü beyin dokusunu gönderdik. Tümör bankasının en önemli zenginliği bu oldu. Yavaş yavaş bu sayede İnsan Beyin Projesinin içerisine girdik. Projenin başında Henry Markram adında Avustralyalı bir matematikçi vardı. Şu an Zürih Polytechnıc Üniversitesindeki projenin başında.
Bir matematikçinin nörobilime sahip çıkması ve onu böylesine geliştirmesi az bulunan bir şey. O dönemde Henry Markram ile tanıştım. Dokuya ihtiyacı vardı. Bir beyin cerrahi kliniğinde çalışmıyordu. İsviçre’deki aşırı korumacı kanunlar nedeni ile dokuya ulaşamıyordu. Elimizde de doku olduğu için sisteme entegre olabildik.
Beyin cerrahisine yönelme sebebim insan beyninin nasıl çalıştığını öğrenme sorusudur.Beyin cerrahisi teknik olarak yoğun öğrenme süreci olan bir alan. “Nasıl oluyor da bu et düşünebiliyor?” Bu soruya yeniden dönebilme şansım oldu. 2012‘den başlayarak bu sistemin içeresine girdim. Bilim insanlarıyla ortaklaşa fikir alışverişinde bulunmaya başladık. Başlangıçta umduğumdan da büyük bir alan olduğunu fark ettim. Ortada bilimsel yöntemi değiştirebilecek bir yöntem var. Özel olarak bu konuya eğilmeye başladım. Yayınları daha çok okumaya, bu alanda daha fazla düşünmeye başladım. Dekan olmam nedeniyle Türkiye dışında da birçok organizasyon içerisinde yer aldım. Oradaki insanları da Türkiye‘ye davet edebilme ya da onların yaptıkları organizasyonlara katılabilme şansım oldu. Böylelikle 2014‘ten sonra HBP‘nin içerisinde hipofiz cerrahisi konusundaki alanıma yeni bir ilave eklenmiş oldu.
“Beyin nasıl zihin üretiyor? Bu soru üzerinden fikir üretmeye başladım ve anladım ki burada bir bağlantısallık var ve yeni bir bilim alanı ortaya çıkmakta. Her geçen gün de daha iyi fark ediyorum. Nitekim geçtiğimiz yıl üç kişiye Nobel Fizik ödülü verildi. Ödül alanlardan biri Giorgio Parisi. Parisi Avrupa Bilim Sanat Akademisinde tanıdığım fizikçilerden bir tanesi ve bazı slaytlarını alarak kullanmıştım. Herhangi bir kompleks sistemin bağlantısallık yapısının değişmesiyle birlikte o sistemin değişmesinin matematiğini çalışıyor. Kendisinin çalıştığı esas iş, cam moleküller. Cam topraktan oluşur. Bu molekül öyle bir kristalize oluyor ki birbirlerine uygun şekilde seçim yapıyorlar. Bu elementler diyelim ki iki tane element karşılaşıyor ve birbirine dönüşüyorlar. Uygun değillerse birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Mesela suda kristalize olursa buz oluyor eğer özel şekilde bunlar bir araya gelemezse sıvı oluyor daha da gevşek oluyor ve buhar oluyor. Çalışması kolay olduğu için cam elementiyle çalışıyor. İki element birbirine yapılanıyor ama üçüncüsü geldiğinde kararsız bir durum oluşturuyor ve her biri diğerine göre karar veriyor. Parisi bu olayın matematiğini ortaya koyuyor.
Mesela sığırcıklar birbirine çarpmadan ve sürü halinde uçuyorlar. Bunun bir matematiği var. Bu matematik cam elementlerinin birbirine göre yapılanması matematiği ile aynı matematik. Nöronlar da böyle çalışıyorlar. Bunu da ilk fark eden Henry Markram‘dır. Henry’nin başlangıçtaki amacı şuydu: “İnsanda yüz milyon nöron var ve yüz milyon nöron başka nöronlarla bağlantısallık halinde. Öyleyse biz yüz milyar bilgisayarı aynı anda her biri on beş bin başka bilgisayarla bağlantı içerisinde olacak şekilde modelleme yaparsak bir zihin oluşturabilir mi? Hipoteze göre, evet oluşturabilir. Diğer hipotez şu: “Öyleyse biz bunun matematik modellemesini yapabilir miyiz?”
O dönemde insan beynindeki bir nöronun bilgisayar gibi çalıştığını zannediyorduk. Sonradan anladık ki beyin ve nöronlar bilgisayar gibi çalışmıyor. 0 ya da 1’e göre karar vermiyor. Her seferinde aynen buradaki cam molekülleri elementi gibi farklı bir karar veriyor. Bu nedenle o kristalin buz mu, sıvı mı, gaz mı olacağını da belirliyor esasında. Bu bayesyen matematik, zamanla enformasyon matematiği haline dönüşmekte. Nöronların nasıl birbiriyle enformasyon alışverişi yaptığını açıklamak için bu matematiğe ihtiyaç duyuldu. Buradan kocaman bir bilim alanı gelişti. Aynen Newton’un kütle çekim modellemesi gibi. Hiçbir modelleme %100 doğru değil ama bazı modellemeler diğerlerine göre daha kullanışlı. Şimdi Newton’un bu çığır açan aydınlanmasının yerine bir bağlantısallık bilimi geliyor. En önemli özelliği parçaların değil de; parçaların birbiriyle olan ilişkisinin önem kazandığı yeni bir bilim. Bizim şu anda var olan bilimimiz herhangi bir bütünü incelemek için o bütünü mümkün olan en küçük yapı taşına ayırıyor. Bu eğer maddeyse atom, beyinse nöron, ekonomiyse para birimleridir. En küçük yapıtaşına bölünüyor. O yapıyı inceleyerek onun hakkında elde ettiği bilgiyi bütüne atfediyor. Bunun esasında nasıl yanıltıcı olabileceğini biliyoruz. Bu yeni bilim, bilinmezi araştırmak için parçaları en küçük yapıtaşına ayırmak yerine parçaların birbiriyle olan ilişkisini araştırıyor.
T.U. Aslında biz bunu şu anda da yaşıyoruz. Yani koronavirüs pandemisi sürecinde bunu gördük diyebilir miyiz?
Korona bu durumu çok hızlandırdı diyebiliriz. Koronavirüs pandemisinde şunu öğrendik; mesela, beyinde epileptik atağın yayılmasıyla, Vuhan’da 30.000 prototiplik bu virüsün yayılması aynı matematikle oluşuyor. Yani beyindeki epileptik atağın yayılmasıyla koronanın yayılma matematiği aynı. Burada önemli olan şey enformasyonun herhangi bir bağlantısallık sistemi içerisinde yayılma sistemi. Parisi ödülü bu konuda aldı. Bağlantısallığın ilk defa yeni bir bilim metodolojisi olarak kitapta yazmıştım ve bunu sezgisel olarak söylemiştim. Bunun matematiği bilimsel metodoloji ilk defa onaylandı, geçen sene bu konuda Nobel alındı. Parisi fizikçi olduğu için nöronal sistemler ile hiç uğraşmıyor. Çünkü nöronal sistemler çok daha kompleks sitemler. En kompleks sistemlerin insan beyni olduğunu zannediyorduk. Fakat en kompleks sistem yaşamın kendisi. Esas heyecan verici şey de aslında bu.
Yaşam dediğimiz bu iç içe geçmiş varoluş kodlamaları bu bağlantısal modele göre çalışıyor ve yapıtaşı enformasyon. Yani yaşamın yapıtaşı bize öğretildiği gibi atom değil. Yaşamın yapı taşı enformasyon. Bu önerme bile yeni bir bilimsel yöntemi gündeme getiriyor. Var olan Newton, Bacon, Descartes sistemimiz, deterministik bir sistemdir. Bu sisteme göre iki kere iki dört eder. Bu sistemde iki tane cam elementi karşılaştığı zaman bu deterministiktir. Üçüncü geldiği zaman deterministik değildir. Sistem, ortak bir karar alıyor, aynen kuş sürüsün uçması gibi. Bizim var olan matematiğimiz teldeki kuşların matematiği, durağanlığın matematiği. Newton’un veya Einstein’ın ortaya koyduğu formüller ne kadar ikonikse Parisi de aynen öyle ikonik bir formül getirdi: “Bağlantısallık formülü.”
Bunun bir de kültürel etkileri var. Sosyolojideki etkileri var. Yaşamı bir enformasyon sistemi olarak, iç içe geçmiş varoluş kodlamalarının bütünlüğü olarak aldığınız zaman; bu elde edilen matematik, kuş sürüsünün matematiği, beyindeki enformasyon matematiği, Vuhan’dan ortaya çıkan koronavirüs salgının matematiği, epileptik atağın matematiği, herhangi bir orman içerisindeki köklerin yeraltındaki bağlantısallığın matematiği, bitcoinin matematiği, ya da herhangi bir metro ağının matematiği, bir sınıfın içerisindeki oluşan kültürün matematiği… Hepsi aynı matematik. Çok basitçe de olsa bir bağlantısallık matematiği. Sosyolojide de benzer matematik var. Çalışmalarını Harvard’da yürüten Bosnalı bir sosyolog, koronadan hemen önce; İnsan topluluklarının soykırım yapma eğiliminin bayesyen matematikle açıklanması konusunda bir konuşma yaptı. Beyin nasıl bir karar veriyorsa toplumlar da bu bağlantısallık matematiğine göre bir kültür oluşturuyor. İşin bu kültür oluşturma tarafı işin içine giricince buradan yeni bilimin yeni bir kültür oluşturabilme ihtimali de ortaya çıkıyor. İşte bu yeni bilimin ortaya çıkarma ihtimali olan yeni kültürün adı da yaşamdaşlık. Yani yaşamın bir enformasyon sistemi olduğunun idraki üzerine kurulmuş bir düşünce sistemi. Bu yaşamdaşlık ile var olan kültürün en önemli farkı yaşamın insan için olduğu düşüncesi. Yani hepimiz öyle düşünüyoruz. Zannediyoruz ki yaşam benim için var. Evrim insan canlısı için var. Böyle bir şey yok. Bu yeni bağlantısallık bilimi bize öğretiyor ki bütün varoluş kodlamaları birbiriyle eşdeğerde. Arı, kuş, selvi ağacı ne kadar değerliyse yaşam açsısından, insan canlısı da o kadar değerlidir. Hiyerarşik bir modelleme yok. Beyindeki nöronlar arasında nasıl ki bir hiyerarşik modelleme yoksa yaşamda da yok. Bu sistem ortaklaşa bir karar alıyor ve bilgi işleyen her sistem er ya da geç zeka üretiyor. Yerçekimi gibi bir şey… Varoluş kodlamaları önceden tahmin edilebilen şeyler değildi. O yüzden siyaset her seferinde yeniden doğmak zorunda. Hep bir sürpriz var.
İşte bunları fark etmeye başlayınca hep kitap yazmayı çok istedim, ta ki kendim koronaya yakalanıncaya kadar. Ne zaman ki 2020’nin Mart ayının sonunda koronaya yakalandım, 3 hafta eve kapandım. Ben kitabı bu üç haftada yazdım. Nobel’den sonra yenilenmek zorunda olan bir kitabım. Nobel’in bu konuya verilmiş olması çok güzel bir şey. Bundan sonra hızlanarak artacak. Korona da bu işi çok hızlandırdı.
T.U. Korona manifestosu bölümünüz var, içinde bulunduğumuz süreci özetliyor. Bahsettiğimiz bu yeni bilimi insana kabul ettiriyor. O noktada sizi dinlemek istiyoruz.
2020’de evlere kapandığımız bir dönem vardı. Haziran 2021’de yeni normal diyerek dışarı çıkıldığı bir zaman oldu. Tüm dünya zannetti ki her şey bitti. Yeni normalde insanlar doğaya çıktıklarında şunu gördü, doğa insansız kendini daha çabuk yeniliyor. New York Times’da, kuşların daha güzel öttüğü hakkında bir yazı çıktı. İnsanoğlu anladı ki, arı türünden daha kıymetli değil hatta arı türü belki de insandan daha kıymetli olabilir. Arı türü olmadığı zaman birçok yer çölleşmeye mahkum oluyor ama insan olmadığı zaman doğa çok mutlu. Böylelikle yaşam için olmazsa olmaz şeyin insan canlısı olmadığını fark etti. DNA’mızın üç yüz binde biri kadar küçücük bir enformasyon böylesine bir epileptik atak yarattı tüm dünyada. Nörobilimden yayılan bu yeni bilim ilk kez bunun matematiğini ortaya koydu. Bunu bir virüs olarak değil de enformasyon olarak düşündü. Bu enformasyonun bizim açımızdan önem kazanmasının nedeni insana zarar veriyor oluşu. İnsan hayatının merkezine kendisini koyduğu için kendisini etkilediği için önem kazandı. Bu koronavirüs şöyle bir mutasyon geçirseydi, mesela plastik yiyen bir bakteri yaratsaydı, o zaman biz bundan çok memnun olacaktık. Onu bir salgın olarak değil bir başarı olarak görecektik. Daha önceden olduğu gibi sadece tavukları ya da domuzları etkileseydi umurumuzda olmayacaktı. Ebolada olduğu gibi Afrika’yı etkileseydi dünyanın geri kalanının yine umurunda olmayacaktı. Çünkü yaşamın merkezine kedisini koyan insan canlısının bu yanılgısından kaynaklanan bir durum bu. Ama bu kez böyle olmadı. Bilgi işleyen her sistemin zeka üretmesinin biyolojideki adı mutasyondur. Bu sistem yeni bir zeka üretti. 8 milyar insan aynı anda ölüm korkusu ayinine girdi. Böylelikle de bu enformasyonun nasıl yayılabileceğine dair bir iç görü sağladı. İnsanlar ilk defa yanındaki birini korumak için maske taktı. Yanındakini korumak için ilk defa fedakarlık yaptı. İnsan hala kendisinin yaşamın merkezinde olduğunu zannediyor ve bu bizim sanrımız. Bağlantısallık bilimi böyle bir varoluş kodlamasının ne kadar yanlış bir şey olduğunu bize öğretiyor. Esasında Newton, Bacon, Descartes modelinin bugün geldiği noktada bu neoliberal ekonomik sistem bunu destekliyor.
Değişim hiçbir zaman bir iki yılda olmaz. Değişim her zaman birkaç insan yaşam süresini alır. Dolayısıyla şu anda böyle bir dönüşümün başlangıcındayız. Bağlantısallık bilimi yeni bir bilim ve ilk defa her şeyin içinde bulunduğu ağ ile bağlı olduğu ilkesi çok önem kazanmış durumda. Bu, yeni bir kültürün ortaya çıkmasına katkı sağlayabilir. Nasıl ki bireyin ve insan düşüncesinin rasyonelliğinin önem kazanması reformu ve Rönesans’ı yarattıysa, tümdengelimin ve tümevarımın üzerine bağlantısallığın eklenmesi ile aydınlanma kadar önemli bir dönemin başlama ihtimali var. Bu insanoğlunun yapacağı seçime bağlı. İnsanoğlu farklı seçimler yapabilir ama şunu artık biliyor ki dünya üzerinde yaşamın sürmesi için illa insan canlısı olması gerekli değil. Yani dinozorlar 150 milyon yıl yaşamışlar ve yok olmuşlar. İnsan canlısı 2 milyon yıldır var. 5 milyon yıl daha var olabilir ya da 100 milyon yıl daha olabilir ama sonuçta zaman bize ait, yaşama ait olan bir kavram değil. Er ya da geç bu sistem kendi yolunu bulacaktır. Kömürle elmas aynı elementin farklı şekilde bağlantısallığı sonucuyla oluşmuş iki ayrı madde. Bağlantısallık yapıtaşı aynı olduğu halde herhangi bir cismin kömür ya da elmas olmasını belirleme konusudur.
T.U. Kitabınızda da bahsettiğiniz merak ve iyi öğretmen etkisinden bahseder misiniz?
Öğretmen çok önemli bir şey. Bir insanın en büyük şansı veya şanssızlığı. En yetkin ya da önemli beyin cerrahları öğretmenlerdir. Çünkü illa beyni değiştirmek için neştere gerek yok. Bizim beyni değiştirme yolumuz esas olarak enformasyondur. Çocuklarımızın beyinlerini öğretmenlere veriyoruz. Öğretmenler onları istedikleri gibi şekillendiriyorlar. O yüzden iyi öğretmen en büyük şanstır. Kötü öğretmen en berbat şey. İki tarafı keskin bıçak. Mademki tıp fakültesi dekanıyım öyleyse iyi bir öğretmen olabilmek için öğrencilerin düşünce sistemini değiştiren bir alternatifi onlara sunmam lazım. Nerden başlamalıyız? Çalışkan mı olsunlar, daha zeki mi olsunlar, neyi amaçlasınlar? Bize gelen öğrencilerin hepsi çok zeki. Bütün öğrenciler çok çalışkan ama eksik bir şey var. Eksik bir şey olduğu zaten nasıl daha iyi ve güzel bir dünya yaratabiliriz sorusuna yanıt veremememizden kaynaklanıyor. Eksik olan şey merak, iyilik ve anlamak hevesi. Eksik olan şey bu. Burada merak, sandığımızdan daha önemli. Beyinde bu merakı ölçebilir hale geldik. Biraz da HBP’nin avantajlarından birisi bu. Velhasıl, merak bizim sandığımızdan daha önemli bir şey ve iyilik eğitimi çok önemli. Bu bağlantısallıkla alakalı bir durum. Çünkü biz hep bireysel kazanımlar için çalışkan olmayı, zeki olmayı, önce ben sonra ailem sonra insan canlısı demeyi öğrendik. İnsan haklarını yaşama karşı koruyan hukuk sitemi içerisinde var oluş modellemesini kabullenmişiz. Halbuki hukuk yapısının da değişip yaşama hakkını insana karşı koruyan bir sisteme doğru bir dönüşüm başlamak zorunda. İklim değişiklikleri yavaş yavaş zorunlu olarak insanı yönlendirecek. Koronavirüs pandemisi biraz da bize bunu öğretti.
T.U. “Bu kitabı cevap vermek için değil doğru soruyu sormak için yazdım” diye yazmışsınız. Bu da merakla ilgili bir şey. Merak ne?
Merakın ne olduğuna dair Türkçe yazılmış kitap yok. Şimdi benim bundan sonraki hedefim -inşallah tekrar hastalanmam gerekmez- merak konusunda bir kitap yazmak. Burada bir bölüm olarak merakın yedi adımlı aşaması var. Merak süreci nasıl işliyor? Merakla bilimsel süreç aslında birbirine çok benziyor. Paraleller. Merak cevap vermek için öğrenilen bir zihin yürütme biçimi değil, soru sormak için öğrenilen bir zihin yürütme biçimi. Hâlbuki bizim eğitim sitemimiz hep soruyu sor cevabı al, şeklinde. Soru sormak üzenine değil cevap vermek üzerine kurulmuş bir sistem. Uzmanlaşmak da esasında böyle. Uzmanlaşmak da aşırı kutsanmış bir şey bizim kültürümüzde. Bu nedir diye birisi sorduğunda; uzmanlar buna yanıt vermeye çalışıyor. Eğitim sistemimiz cevap vermek üzerine değil soru sormayı öğretmek üzerine. Soru sormak cevap vermekten çok daha önemli. Doğru zamanda doğru soru, doğru zamanda doğru cevaptan çok daha kıymetli bir şey. Bunun da en güzel örneği Schrödinger. Schrödinger Nobel kazandı mı desem birçok kişi Nobel kazandığını bilir. Hangi Nobel’i kazandığını sorsam hemen hemen hiç kimse bilmez. Schrödinger’in asıl ünü “Hayat Nedir?” kitabıyla tanınmasıdır. 1943’te bir halk konferansı yapıyor, halkı topluyor, hayat nedir diyor? Hayat nedir diye bir soru soruyor. Ne kadar güçlü bir soru. Dinleyenler arasında Francis Crick var, 10 yıl sonra DNA yapısını buluyor. Yani cevabı buluyor ya da soruya yanıt arıyor. Bir model geliştiriyor… Bugün biz Francis ve Watson’ın ortaya koyduğu double helix’in esasında tam da doğru olmadığını biliyoruz aynen Newton’un o her şeyin bilardo topu olduğu modeli gibi. İşe yarayan bir model ve o modeli bilmek bize büyük bir çığır açtı.
Bizim eğitim modelimizin en önemli problemi çocuğa testi ver cevabı al şeklinde olması. Her yıl bir sürü birinci geliyor, gidiyor ama hangi birinci ne buldu? Test çözerek, yanıt vererek birincilik bir işe yaramıyor. Türkiye’de müzik enstrümanı olarak blok flütü seçtik ve herhâlde 50 milyon kişiden daha fazla kişi blok flüt çalmışızdır. Hiç blok flüt konçertomuz var mı? Sıfır. Sen 50 milyon kişiye blok flütü öğret, bir tanesi konçerto yazamasın. Eğitim sistemimiz bu. Bir sürü çocuğa integral öğret bir tanesi de çıkıp Parisi’nin yaptığını yapamadı. Hâlbuki basit bir şey. Bu kuş sürüsündeki kuşlar neden birbirine çarpmıyorlar? Gayet basit. Bir karınca kolonisi bir araya geldiği zaman bireyi aşan bir zeka gösteriyor, nereden çıkıyor bu? Her öğretmen her sınıfın ayrı karakteri olduğunu bilir. Sizin yetiştirdiğiniz her sınıfın ayrı karakteri vardır. Bu sınıflar bu karakteri nasıl geliştiriyorlar, bunun bir matematiği var mıdır? İşte bu. Bunun bir matematiği var ve bu, nöronların zihin geliştirme matematiği ile aynı şey.
Sevinç duygusu az yaşadığımız bir şey. Anlamaktan doğan sevinç. Bundan ilk Spinoza bahsediyor. Anlamaktan doğan sevinci ödül olarak sahip olmanın yerine koymamız lazım. Şu anki sistemimiz içinde insanlar çalışkan ve zeki olmayı sahip olmak için istiyorlar. Ödülü ne? Sahip olmak. İnternetten iki tane gazoz ısmarlayarak sahip oluyorsun. Ya da alışverişle memnun oluyorsun. Profesör olunca memnun oluyorsun çünkü ona sahip oluyorsun. Sahip olmak için zeki, çalışkan oluyorsun. İnsanoğlu doğaya sahip olmak üzere yanlış bir hedef seçiyor. Hâlbuki sahip olma duygusunun beyinde yarattığı hoşnutluk armağanını yaratabilecek yeni bir anlayışa ihtiyaç var. Bu da anlamaktan doğan sevinçtir. Bundan ilk bahseden Spinoza’dır. Spinoza bağlantısallık demiyor karşılaşmalar diyor. Spinoza bir matematik ortaya koyamıyor. Newton’un principia matematikası Spinoza’nın etikasından on yıl sonra belki de eş zamanlı ortaya çıkmıştır. Principia matematikada matematik var ve bir model sunuyor. Spinoza bunu sunamıyor sadece işin çerçevesini çiziyor ama kuralları ve matematiğini ortaya koyamıyor. Ta ki bağlantısallık matematiğine kadar. Ne zaman ki bağlantısallık matematiği, Parisi ve Henry Markram gibiler ortaya çıktı, ilk defa Spinoza’nın sözünü ettiği karşılaşmalar matematiğe kavuştu. Etika matematiğe kavuştu… Bununla birlikte Newton’un principia matematiği karşısında ayaklarının üzerinde ilk defa dikilebildi. O yüzden Spinoza adını daha fazla duyuyoruz. Daha fazla da duyacağız. Bilim ile felsefe aynı şey. Felsefe dediğimiz şey matematikselleştirilmiş bilgi demek. Felsefe olmadan bilim, bilim olmadan felsefe zaten eksik. Anlamaktan doğan sevinç ve merak üzerine biraz daha fazla çalışmak lazım.
T.U. Son olarak Tıbbın Ustaları okuyucuları için eklemek istedikleriniz?
Yaşam dediğimiz sahne termodinamiğin ikinci yasasına karşı gelişen, enformasyon işleyen sistemlerin zeka üretmesidir. Bize bunu açıklayan tek bir şey var; o da enformasyon matematiği. Bunu da bana öğreten nörobilim. Parisi’ye cam öğretmiş bir başkasına karınca kolonisi, sosyoloğa soykırım yapma olasılığını öğretmiş… Yeni bir bilim geliyor bu bilim hepimizin hayatını değiştirecek çünkü bilim sadece bilim değil. Bilim kültür yaratan en önemli faktördür. Bir düşünce değişikliğini beraberinde getirecek ve insanlar bunu seçecekler. Sahip olma duygusundan daha güçlü bir duygu ise anlamaktan doğan sevinçtir. Bu yeni bir eğitim sistemi gerektirecek bir şeydir. Belki de bunu zaman içerisinde kişisel seçimi olarak uygulayacak ve yaşamın küçük bir parçası olduğunu fark edecek ve esasında yaşamın kendisi için değil kendisinin yaşam için olduğunu anlayacak. Kendi var oluş modellemesini buna göre kodlayacak.