‘‘Kendi Alanımızda Benzersiz Bir Konum Elde Etmeyi Hedefliyoruz’’
Bizi ilkel zamanlardan ayıran en nadir, en yüce güç sanattır.
İnsan ve doğa, doğum ve ölüm birbirinin hem sebebi hem de sonucudur. İnsan doğanın en yegane canlılarından biridir, bununla birlikte içinde yer aldığı evren her şeyi ile bir bütündür nedenler, sonuçlar, başlangıçlar ve bitişler hiçbir şey ya da her şey olmak gibi…
Sanat bizler için vaz geçilmez olandır. Var oldukça, olmaya çalıştıkça doğru zamanın öncesi ve sonrasında, savaşların hüküm sürdüğü anlarda bile insanın doğasını, duygularını, düşüncelerini eleştirel yaklaşımlarını en iyi anlatan her daim sanat olacaktır.
İnsanın özgürlüğü kendi olmasıdır, sanatta kendin kala bilmektir tutsaklıkta bile!.
Sürrealizm,
1924 yılında başlayan özellikle resim ve edebiyat gibi dallarda görülen bir sanat akımıdır.
Sürrealist akım resimlerde; doğanın kendi içerisinde barındırdığı mantığın dışında, kişinin bilinçaltı ve rüyalarında olan ya da olması istenen gösterilmek istenmiştir. Sürrealist akımda sanat; bilinçaltında saklanan düşüncelerden ve duygulardan beslenen us dışı bir evrenin anlatımı ve çizimi olarak kabul edilmektedir.
Sürrealist çizimlerde yer alan imgeler birbiri ile alakasız görünür, biçim ve nesneleri bir araya getirmek, olanları bütün ve perspektif içinde sunmak veya düz bir zeminde toplamak, sürrealist ressamların öncelikli eğilimleridir. Sürrealist sanatçılar çizimlerinde kendilerini ifade ederken veya salt çizim yaparken herhangi bir estetik kaygı taşımazlar ve eserlerinde kontrast renkler kullanarak, anlatımlarını daha çarpıcı bir boyuta ulaştırırlar. Ayrıca ressamlar ilkel toplumların sanatlarında da etkilenmişlerdir.
Yukarıda kısaca tanımlamaya çalıştığımız Sürrealizm’in en önemli ve bilinen temsilcisi hiç şüphe yok ki ünlü İspanyol ressam;
Salvador Dali’dir.
Sürrealist resmin öncülerinden Salvador Dali 11 Mayıs 1904’te İspanya’nın Figueras kasabasında dünyaya geldi. Altı yaşından menenjit hastalığından vefat eden erkek kardeşinden üç sene sonra doğdu ve bu konu ile ilgili 1973’te şunları dile getirdi.
“ Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu. Babamın sevgisinin bu sınırları yaşamımın ilk günlerinden itibaren çok büyük bir yara oldu benim için”
Ünlü ressamın isimi ölen kardeşinin ismi ile aynıydı: Salvador. Ressam, kardeşine çok benziyordu kardeşinin yaşayan bir aynasıydı. Bu durum onu despot birine dönüştürdü. Salvador Dali ailesinin dikkatini çekmek adına histeri krizleri, teatral hareketler sergilemeye başladı ve bunlar alışılagelmiş şeylerdi artık. Kız kardeşi Ana Maria’nın doğumu da onu düzeltmeye yetmemiştir. Bu durumun aksine zaman geçtikçe farklılığını ifade etmek isteği, daha dayanılmaz hale gelmiştir.
On yaşındayken yaptığı ilk portrenin adı “ Hasta Çocuk” idi. Resim kursuna başladı, öğretmeninden karakalem çizmeyi öğrendi. Akabinde Catalan empresyonist ve realistlerini tanıdı ve Kübizm ile Juan Gris’i keşfetti. 20’li yaşlarında Madrid San Fernando Akademisine başladı fakat anarşist bir tavır sergilediği için okuldan atıldı bir süre Girona’da tutuklu kaldı.(1923) Okula tekrar kabul edilse de 1926 yılında tamamen atıldı. Paris’te Picasso ile tanıştı. On yıl sonra Londra’da Stefan Zweig onu Sigmund Freud’a tanışmıştır. 1923’te Madrid’de Luis Bunuel ve Garcia Lorca ile tanıştı. Bu süreç sonrasında Dali değişmeye başladı ve bu değişim hem bedensel hem de ruhsaldı. Başlangıçta ki uzun saçları; ağzından hiç düşmeyen piposu, kısacık biryantinli saçlı spor kıyafetli asık suratlı birine dönüştü. Günlük ritüelleri; entelektüel bir söylem ve lüks bir yaşam çevresinde dönüyordu.
İlk önce İspanya İç Savaşı’ndan daha sonra Dünya Savaşından kaçmak için tüm dünyayı gezdi.
Dali şöyle açıklar düşüncesini:
‘Her zaman anarşist ve aynı zamanda da monarşisttim. Her zaman burjuvaziye karşıydım ve hala da öyleyim. Gerçek kültürel devrim monarşist prensiplerin restoresiyle mümkündür.’
Ama 1934’te beş yıllık aktif bir iş birliğinden sonra artık eski sürrealist arkadaşlarından ayrılmış ve küçük burjuvaya dönüşmekle suçlanır olmuştu. Çünkü politikadan kaçıyordu:
‘Beni ne marksizm bir parça bile ilgilendirmiyordu. Politika bir kansere benziyordu.’
Bütün akımları tanıyıp; olası bütün etkilerden geçtikten, tüm çılgınlığıyla o devasa eseri ‘Babil Kulesi’ni oluşturduktan sonra; Salvador Dali sanatı boyunca uzayıp giden bir ipi fark etti. Bu ip görünmez bir şekilde daha Breton’la bile değilken gerçekleştirdiği ilk sürrealist eseriyle, gerçek anlamdaki sürrealist eserlerini birbirine bağlıyordu. Freud’un içten ve fanatik olarak tanımladığı, Dali’nin gözleri; hep büyüleyici bir dünyayı keşfediyordu..
.Editör
Semra Çakmak