‘‘Kendi Alanımızda Benzersiz Bir Konum Elde Etmeyi Hedefliyoruz’’
Prof. Dr. Dilek Yazıcı
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Ben 1999 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olup, ardından Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesinde İç Hastalıkları uzmanlığı ve Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları yan dal uzmanlığı eğitimini aldıktan sonra bir süre Marmara Üniversitesi Endokrinoloji Bilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalıştım. 2014 yılından itibaren Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı’nda çalışmaktayım. Ayrıca yine 2014 yılından beri Türkiye Obezite Araştırma Derneği Yönetim Kurulu’nda başkan yardımcısı olarak görev yapmaktayım.
Türkiye Obezite Araştırma Derneği’nin ülkemizde üstlendiği rolü ve faaliyetlerini anlatabilir misiniz?
Türkiye Obezite Araştırma Derneği 1998 yılında kurulmuştur. Derneğin özelliği tamamen obeziteye yönelik spesifik bir dernek olup bu hastalıkla her yönden ilgilenen paydaşlardan meydana gelmesidir. Üyelerimiz arasında hekimler, diyetisyenler, egzersiz uzmanları, psikologlar, gıda endüstrisinden temsilciler ve hatta hastalar yer almaktadır. Derneğin misyonu obezite konusunda farkındalığın arttırılması, hastalığın önlenmesi ve hastalıkla ilişkili sorunların çözümlenmesi yolunda çalışmalar yapılması, sağlık çalışanlarına, halka ve hastalara eğitimler verilmesi, obezite alanında bilimsel araştırmaların desteklenmesi ve sosyal alanlarda ulusal ve uluslararası projeleri hayata geçirmektedir.
Derneğimize bağlı Türkiye’nin birçok ilinde Avrupa Obezite Derneği tarafından akredite edilmiş olan obezite merkezleri faaliyet göstermektedir. Bu merkezlerde obeziteli hastaların endokrinolojik ve dahili değerlendirilmeleri, beslenme ve egzersiz reçetelendirilmesi, psikolojik değerlendirmeleri ve gerekirse destek verilmesi; ayrıca gerektiğinde diğer komplikasyonlar açısından takipleri yapılmaktadır. Bunun dışında bu merkezlerde hastalıkla ilgili ortak bilimsel araştırma faaliyetleri gerçekleştirilmektedir.
Bunun yanında “Obezite Akademisi” adı altında sağlık çalışanlarının bilgilendirilmesine yönelik bir programımız mevcuttur. Bu program kapsamında düzenli eğitim faaliyetleri yapılmaktadır. Rolüm Ağır projesinde de obeziteli bireylerin her alanda yaşadıkları önyargılarla dikkat çekmek ve bunlarla baş edebilmek için toplumun çeşitli kesimleriyle birlikte atölyeler düzenlemek (ki şimdiye kadar medya mensupları ve sağlık çalışanları ile yapıldı) suretiyle obeziteli bireylerle iletişim dilini daha ideal bir hale getirmek planlanmıştır.
En son olarak da OPEN projemizden size bahsetmek istiyorum. OPEN (Obesity Policy Engagement Network) obezite farkındalığının sağlanması ve hastalığın önlenmesi, tanı ve tedavinin tüm obeziteli bireylere ulaşması için ulusal destek sağlamayı amaçlayan küresel bir girişimdir. OPEN sağlık profesyonelleri, politika yapıcılar, hasta temsilcileri, ekonomistler, medya mensupları ve diğer kanaat önderlerinden oluşan ulusal koalisyonları kapsamaktadır. Küresel çapta faaliyet gösteren OPEN 2022 yılından itibaren derneğimiz aracılığıyla Türkiye’de de etkin hale gelmiştir. OPEN Türkiye kapsamında, tüm hedef gruplar nezdinde obeziteye yönelik etkili yaklaşımların ve çözüm önerilerinin geliştirilmesine odaklanan projeler geliştirilmektedir.
Obeziteyi nasıl tanımlıyoruz? Obezite bir hastalık mıdır?
Obezite “sağlığı bozacak şekilde vücutta anormal veya aşırı yağ birikmesi olarak tanımlanan” kronik sistemik bir hastalıktır. Obezite tanımını yapabilmek için vücut kütle indeksi denilen bir ölçüt kullanılmaktadır. Vücut kütle indeksi kişinin kilogram cinsinden kilosunun, metre cinsinden boyunun karesine bölünmesiyle elde edilir. Vücut kütle indeksinin 25’in üzerinde olması kişiyi fazla kilolu olarak tanımlar; 30’un üzerinde olması ise obezite tanısını koydurur. Bunun yanında bel çevresi ölçümü de hassas bir ölçüttür. Türkiye için obeziteyi gösteren bel çevresi değerleri kadınlarda 90cm, erkeklerde ise 100cm’in üzerindedir.
Obezite kronik bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Aslında Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de 2010 yılında obeziteyi kronik sistemik bir hastalık olarak tanımlamıştır. Türkiye obeziteyi hastalık olarak tanımlayan dünyadaki ilk üç ülkeden biri olmuştur.
Dünyada ve Türkiye’de obezite sıklığı ne kadardır?
Obezite sıklığı dünyada çok hızlı bir şekilde artmaktadır. 1975 yılını takiben yaklaşık 40 yıllık dönemde obezite sıklığı 3 kat kadar artmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2016 verilerine göre dünyada 1.9 milyar fazla kilolu ve 650 milyon obeziteli yetişkin bulunmaktadır. Yine, 5 yaşın altındaki 41 milyon çocuk ise fazla kilolu veya obezitelidir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de fazla kilolu ve obeziteli bireylerin sayısı giderek artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından en son yayınlanan raporda Türkiye’de yetişkin nüfusun %29.5’inde obezite görüldüğü ve yaklaşık 16 milyon obeziteli birey bulunduğu bildirilmiştir. Bu şekilde de Türkiye Avrupa’da bu hastalığın en sık görüldüğü ülke olmuştur. Dolayısıyla ülkemizde neredeyse her 3 yetişkinden biri obezitelidir.
Ülkemizde çocuk ve adolesanlarda obezite sıklığının %10’un üzerine çıktığını, yani yaklaşık her 4 çocuktan birinin fazla kilolu veya obeziteli olduğunu görmekteyiz. Türkiye Çocukluk Çağı Obezite Araştırma Girişimi Çalışması’na göre 2016 yılında ilkokul 2. sınıfa giden 7-8 yaş grubundaki çocukların %14.6’sı fazla kilolu ve %9.9’u obezitelidir.
Obezitenin bu denli hızla artıyor olmasının en önemli nedenleri neler?
Obezite, karmaşık ve çok faktörlü bir hastalıktır. Genetik yapının yanı sıra kültürel, çevresel ve psikolojik etmenler obezitenin ortaya çıkmasında önemli rol oynamaktadır. Ayrıca beslenme ve hareket etme alışkanlıklarının olumsuz yönde değişmesi obezitenin görülme oranını artırmaktadır.
Obezitenin ortaya çıkmasındaki temel problem enerji alımındaki artış ve harcanmasındaki azalma sonucunda vücuttaki enerji dengesinin bozulmasıdır. Fazla enerjinin yağ dokusu olarak depolanması sonucunda obezite ortaya çıkar. Ancak aslında bu denge bu kadar da basit değildir, çünkü gerek enerji alımını gerekse de enerji harcanmasını birçok genetik, epigenetik, fizyolojik, davranışsal, sosyokültürel ve çevresel faktör etkilemektedir. Enerji dengesinin sağlanmasında tüm bu faktörler arasındaki etkileşim önemli rol oynamaktadır.
Günümüzde özellikle ulaşım, üretim ve tarım sektörlerinde gelişen teknoloji ile birlikte, fiziksel aktivitenin azalması ve beslenme alışkanlıklarının hızla değişmesi sonucunda enerji harcanması azalmış, enerji alımı artmış ve obezite daha sık görülmeye başlamıştır.
Beslenme alışkanlıklarında son dönemde ortaya çıkan bazı değişiklikler obeziteyi tetiklemektedir. Bunların başında zaman kısıtlılığı nedeniyle fast-food denilen hızlı tüketilebilecek, lezzet açısından yoğun ama bir o kadar da rafine karbonhidrat ve yağ içeriği fazla, lif içeriği açısından fakir gıda tüketiminin artmış olması etkilidir. Bunun yanında paketlenmiş gıda tüketiminin artmasının da rolü vardır. Bu gıdalarda raf ömrünün uzatılması amacıyla birtakım koruyucu maddeler bulunmaktadır ve bunların enerji içerikleri genel olarak çok yoğun olmaktadır. Paketli gıda ve fast-food tüketiminin özellikle çocukluk çağında özendirilmesi erişkin döneme uzanan bir alışkanlık olarak kişilerin hayatlarında yer almaktadır. Büyüyen porsiyonlar da obeziteye neden olmaktadır. Bunun yanında ekonomik güçlükler de nispeten daha hesaplı olan karbohidrat ağırlıklı beslenmeyi artırıp kilo alımını tetikleyebilir.
Ayrıca teknolojik araçların kullanımının yaygınlaşması birçok işimizi oturduğumuz yerden halletmemizi sağlayarak hareketi minimuma indirip obezitenin artmasına önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır. Özellikle çocukların bu teknolojik araçlarla saatler geçirmesi çok büyük bir risk oluşturmaktadır.
Pandemi ile başlayan evden çalışma ve eğitim nedeni ile hareketsizlik de oldukça arttı. Bu durum bireyleri kilo artışı konusunda önemli ölçüde etkiledi mi?
Maalesef pandemi başında yaşanan tam kapanmayı takiben uzun bir süre de söylediğiniz gibi evden çalışma ve online eğitim sürecinin devam etmesiyle birlikte hareketsizlik oldukça arttı. Bunun yanında beslenme alışkanlıkları da bundan olumsuz etkilendi.
Türkiye Obezite Araştırma Derneği olarak yurtçapında Avrupa Obezite Derneği tarafından akredite edilmiş olan 9 obezite merkezinde takip edilen hastalarımızda yaptığımız bir araştırmada, bu kişilerin %54.8’inin kilo aldığını gözlemledik. Buna karşın %32.8 kadarı kilo verebilirken, %12.4’ü de kilosunu sabit tutmayı başarmıştı. Kilo almayı etkileyen faktörleri incelediğimizde en önemli faktörün kişilerin hareketlerinin azalması olduğunu gördük. Bunun yanında hastalarımızın yeme alışkanlıkları da oldukça farklılaşmıştı. Hastaların öğün sayısı artmıştı. Öğün içerikleri de değişmişti; unlu mamüller, paketli gıdalar, tatlılar ve aynı zamanda sebze tüketimi de artmıştı.
Obezitenin yol açtığı en önemli sorunlar nelerdir?
Obezite birçok önemli sorun nedeniyle hem kişinin hayat kalitesini bozmakta hem de yaşam süresini kısaltmaktadır. Bu sorunların başında metabolik sorunlar, Tip 2 diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi, kalp damar hastalıkları, karaciğer yağlanması gelmektedir. Bunların yanında safra kesesi problemleri, reflü, kısırlık, astım, uyku apnesi, eklem problemleri ve depresyon gibi psikolojik problemler sık görülmektedir. Bazı kanser türlerinin de obeziteli bireylerde arttığını gözlemliyoruz.
Obeziteli bireylerde hangi tedavileri öneriyorsunuz?
Obeziteli bireylerin tedavisinde başvurulan ilk yöntem hayat tarzı değişikliği yapılmasıdır. Hastanın uzmanlar eşliğinde bir beslenme ve egzersiz programını uygulaması ve psikolog yardımıyla da bu değişikliklerin kalıcı hale getirebilmesi söylediğiniz gibi ilk planda yapılan tedavi şeklidir. Görüldüğü üzere tedavinin multidisipliner bir ekip tarafından gerçekleştirilmesi, hekim, diyetisyen, egzersiz uzmanı ve psikolog iş birliği ile yapılması çok önemlidir. Tek başına hayat tarzı değişiklikleriyle genel olarak %5’lerde bir kilo kaybı sağlanabilmektedir. Aslında obezite tedavisindeki hedefimiz nedir ona bakmalıyız. Hedef sadece kilo vermek değil, aynı zamanda hastalığın komplikasyonlarda da bir düzelme olmasını sağlamaktır. Araştırmalar %5’lik bir kilo kaybının bile kan şekerinde, kan basıncında, kolesterol düzeylerinde belli oranda düşme sağladığını ve kişinin yaşam kalitesini artırdığını göstermektedir.
Hayat tarzı değişikliğiyle %5 kadar bile kilo kaybı sağlanamaz ise başka tedavi seçeneklerimiz de mevcuttur. Bunların başında ilaç tedavileri gelmektedir. Obezite için uzun süredir ilaç tedavileri geliştirilmiştir ancak gerek merkezi sinir sistemi gerekse de kardiyovasküler sistem üzerine olumsuz etkilerinden dolayı yıllar içinde birçok ilaç da piyasadan geri çekilmiştir. Dolayısıyla obezite için ideal bir ilaç geliştirmek oldukça zordur. Buna rağmen günümüzde ülkemizde kullanımı Sağlık Bakanlığı tarafından onaylı iki ilaç bulunmaktadır. Bu ilaçlarla yaklaşık %10’larda kilo kaybı elde edilebilmektedir. Tabii aynı zamanda komplikasyonlarda da düzelme görülebilmektedir. ABD ve Avrupa’da onay almış başka ilaçlar da bulunmaktadır. Bunun yanında bir pandemi haline gelen obezite için ilaç geliştirme çalışmalarının çok büyük bir hızla devam ettiğini görmekteyiz. Bu bağlamda etkinlikleri daha yüksek ve yan etkileri daha az ilaçlar da geliştirilmektedir. Özellikle son birkaç yılda çok ciddi kilo kaybı sağlayabilen tedavi seçeneklerinin ortaya çıktığını görmekteyiz. İlerleyen dönemlerde bunları daha fazla kullanabileceğiz.
İlaç tedavilerinin yetersiz kaldığı durumlarda cerrahi tedavi seçeneği ortaya çıkmaktadır.
Obezite cerrahisi günümüzde çok yaygınlaştı, bu kadar fazla yapılması konusundaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? Bu tedavi kimlere uygulanmalı?
Obezite cerrahisi gerçekten de obezite tedavisinde çok sıklıkla başvurulan bir yöntem olmaya başladı. Burada hastalar tarafından çok kolay ve işi tamamen çözen bir yöntem olarak görülmesinin ve bu şekilde lanse edilmesinin rolü var. Halbuki cerrahi ciddi şekilde kilo verilmesini sağlasa da bu kilo kaybının idamesi çok önemli, dolayısıyla hastanın idame tedavisi olarak beslenme ve hareket açısından hayat tarzını değiştirmediği takdirde kilosunu geriye alma riskinin yüksek olduğunu bilmesi gerek. Nitekim cerrahilerden sonra da yaklaşık 3’te 1 hastada kilo geri alımı olduğunu görmekteyiz. Bunun yanında cerrahilerin önemli komplikasyonları da olabilmektedir. Özellikle besin eksiklikleri oldukça sık gördüğümüz komplikasyonlardır. Dünyada ve ülkemizde halihazırda 2 cerrahi tipi sıklıkla uygulanmaktadır. Bunlardan biri sleeve gastrektomi diğeri ise gastrik baypas cerrahisidir. Biz özellikle baypas cerrahisi sonrası daha belirgin olmak üzere gıda eksiklikleri ve bunlara bağlı osteoporoz, anemi gibi komplikasyonlar görebiliyoruz.
Bu nedenle cerrahi adaylarını seçerken çok dikkatli olmalıyız. Hastaların multidisipliner bir ekip tarafından değerlendirilmesi ve cerrahi kararının bir konsey tarafından alınması gerekmektedir. Nitekim üniversite hastanelerinde ve birçok devlet hastanesinde bu şekilde çalışan konseyler yer almaktadır. Cerrahi önermek için diğer yöntemlerin yetersiz olmasının yanında hastaların belli vücut kütle indeksinin üzerinde olmaları gerekir. Vücut kütle indeksi 40’ın üzerindeki hastalar, 35’in üzerinde olup en az 1 komplikasyonu olan hastalar ameliyat için adaydırlar. Son dönemde kontrolsüz Tip 2 diyabet varlığında seçilmiş hastalarda vücut kütle indeksi 30’lardan itibaren de operasyon önerilebilmektedir. Cerrahi öncesinde hastalar bir endokrinolog veya iç hastalıkları uzmanı, diyetisyen ve psikolog tarafından değerlendirilir. Birçok test yapılarak, obeziteye neden olabilecek başka hastalıklar elenir ve kişide mevcut olan obezite komplikasyonları belirlenir. Kişinin daha önceden hayat tarzı değişikliği açısından denemeleri olup başarısız olduğu ve ilaç tedavilerine yanıtsız olduğu görülür. Hastanın ameliyatına engel bir durum olup olmadığı belirlenir ve takibinde konseylerde cerrahi kararı verilir. Cerrahi sonrası da çok zorlu bir süreç hastaları beklemektedir, ilk zamanlarda sadece sıvı ile beslenirlerken, normal beslenmeye geçmeleri aylar alabilir. Bu dönemde düzenli olarak diyetisyen ve besin eksiklikleri açısından endokrinolog veya iç hastalıkları uzmanının takibinde olmaları gerekir.
Obeziteyi önlemek için nasıl bir yol haritası izlenmeli, özellikle ülkemizde bu konuda nasıl önlemler alınabilir?
Obezite bulaşıcı olmayan hastalıklar arasında ön sırada yer almaktadır. Bulaşıcı olmayan hastalıkların önlenmesinde farkındalık yaratmak, sağlık okuryazarlığı-eğitimi ve sağlıklı beslenmeyi sağlayabilmek temel stratejiler arasındadır. Obezitenin önlenmesinde birçok paydaşın birlikte rol alması gerekmektedir. Bunlar arasında politika yapıcılar (ülkemiz için Sağlık, Maliye, Milli Eğitim, Gıda ve Tarım Bakanlıkları), yerel yöneticiler, sağlık sektörü, hekimler, uzmanlık kuruluşları, tüm eğitim kurumları, tıp eğitim sistemi, üreticiler, gıda endüstrisi, medya ve bireyin kendisi yer almaktadır.
Önleme çocukluk çağından başlanmalıdır. Bu bağlamda okullarda sağlıklı beslenmenin sağlanması, sağlıklı beslenmenin çocuklara öğretilebilmesi ve çocuklara düzenli bir hareket alışkanlığı kazandırılması önemli adımlardır. Ülkemizde okul kantin düzenlemesi, gıda otomatlarının kaldırılması, sağlıklı okul menülerinin yapılması, sağlıklı beslenme derslerinin verilmesi, sınıf panolarında sağlıklı beslenme ve hareket konularının işlenmesi gibi organizasyonlar yapılmaktadır. Beden eğitimi ve spor imkanlarının artırılması da önemli bir unsurdur.
Ailelerin ve toplumun da sağlıklı beslenme konusunda bilgilendirilmesi gerekmektedir. Sağlık okur yazarlığının artırılabilmesi çok önemli bir önceliktir. Bireylerin, tüketici olarak obezite sorunun çözümünde önemli rolleri vardır, çünkü tüketicilerin bireysel düzeydeki gıda ve hayat tarzı seçimleri çok büyük önem taşımaktadır. Gıda seçiminde tüketiciler gıdanın görüntü, tat, doku gibi duyusal özelliklerini, kalite ve fiyatını göz önünde bulundurmaktadır. Bu bağlamda gıda sanayinin, özellikle şeker, yağ, tuz miktarı ve kalorisi azaltılmış daha sağlıklı kompozisyona sahip gıda üretimi yolunda çok önemli bir fonksiyonu vardır. Gıda etiketlerinin gıdanın içeriği hakkında detaylı ve doğru bilgi içermesi önemlidir. Restoran ve kafe gibi yerlerde gıdaların içeriklerinin menülerin içerisinde belirtilmesi zorunlu olmalıdır. Ayrıca porsiyon büyüklükleri de azaltılmalıdır. Tabii bütün bu aşamalarda sağlıklı gıdanın ekonomik olarak ulaşılabiliyor olması önem taşımaktadır.
Sağlıklı gıdaların üretimi ve halka ulaştırılmasında gıda endüstrisine rol düşerken, bunun denetlenmesi için de kanun yapıcılara ve yöneticilere önemli rol düşmektedir. Hazır gıdaların üretim ve saklama aşamalarının denetimi önemlidir. Şeker, yağ, tuz, mısır şurubu ve tatlandırıcı sunumunun kısıtlanması gerekmektedir.
Fiziksel aktivitenin artırılması için okullarda ve iş yerlerinde egzersiz imkanlarının sağlanması, okullarda beden eğitimi saatlerinin ve teneffüslerin uzatılması gibi adımlar atılabilir. Toplumda hareketi artırmak için düzenlemeler yapılmalı ve bu bağlamda genel ve yerel yönetimler tarafından yürüme yolları, bisiklet yolları, parklar ve aktivite alanları sağlanmalıdır.
Medya açısından alınacak önlemler arasında özellikle çocuklara yönelik enerjisi yoğun gıdaların reklamının yapılmaması elzemdir. Ayrıca obeziteyle ilgili kamu spotları hazırlanarak halk bilgilendirilebilir.
Obeziteyle mücadelede alınabilecek başka önlemler arasında tıp eğitimine beslenme ve egzersiz yönetimi dersleri konulması, birinci basamak hekimlerinin eğitimlerinin sağlanması, toplum ve hasta eğitimlerinin gerçekleştirilmesi yer almaktadır.
Bildiğimiz kadarıyla 4 Mart Dünya Obezite Günü olarak kutlanmakta, bununla ilgili yorumlarınız
var mıdır?
4 Mart, 2015 yılında Dünya Obezite Federasyonu tarafından Dünya Obezite günü olarak belirlenmiştir ve o dönemden beri her yıl düzenli olarak kutlanmaktadır. Bu senenin sloganı “Bakış açılarını değiştiriyoruz: Obeziteyle ilgili konuşuyoruz.” olarak açıklanmıştır. Bu tema altında dünya çapında obeziteyle ilgili yanlış anlaşılmalar düzeltilmeye çalışılacak, hastalığın karmaşıklığına dikkat çekilecek ve hastalık için etkin bir şekilde birlikte harekete geçilecektir.
Eklemek istedikleriniz…
Son olarak obeziteyle ilgili kanımca en önemli süreç önlemdir. Bunun için toplum çapında birlikte hareket etmeye devam etmeliyiz. Ancak erişkin popülasyonumuzun 3’te birinin obeziteli olması ve arkadan gelen genç popülasyonda da hatırı sayılır sayıda obeziteli olduğunu bilmek tedavi konusunun da çok önemli olduğunu göz önüne koymaktadır. Tedavinin multidispiliner bir ekip tarafından yapılması, hekim, diyetisyen, egzersiz uzmanı ve psikolog işbirliği başarıyı kolaylaştırmaktadır. Bu arada tedavinin önündeki en önemli engellerden biri de obeziteli bireylere karşı toplumun tüm kesimlerinde, ki buna sağlık personelleri de dahil, bir önyargı olmasıdır. Bu önyargı hastaların psikolojik durumlarını olumsuz etkileyip daha fazla yemeye yönelmelerine neden olmanın yanında, toplum içine çıkmaktan sakınmalarını, hatta hastanelere gidip sağlık yardımı almalarını dahi engellemektedir. Bu bağlamda başlangıç olarak bu açıdan farkındalığı artırmak, tedavi başarısını artıracaktır.