‘‘Kendi Alanımızda Benzersiz Bir Konum Elde Etmeyi Hedefliyoruz’’
Bir Ankara Seyahati
Yargıtay’ın 150. kuruluş yıl dönümü ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin 93. kuruluş yıl dönümü etkinlikleri kapsamında, Yargıtay Başkanlığı ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi iş birliğinde 6 Kasım 2018’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Cemil Bilsel Konferans Salonu’nda Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Vekili Halil Adıgüzel, Yargıtay Genel Sekreteri Yusuf Ziyaattin Cenik, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Özen, Yargıtay daire başkanları, üyeleri, tetkik hakimleri, Cumhuriyet savcıları ve akademisyenlerin katılımıyla “Sağlık Personelinin Hukuki ve Cezai Sorumluluğu Sempozyumu” gerçekleştirildi.
6 Kasım 2018 Salı günü idi ve yoğun mesaili bir iş gününde, İstanbul’dan bu davete katılmak biraz çılgın olmayı gerektiriyordu. Çılgınlık da yetmedi, gençlerin takviyesi gerekti. Sonunda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden iki master öğrencisi ve İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan bir uzmanlık öğrencisi ile birlikte yola çıkmaya karar verdik. Hekimlerin en güncel, en ağır sorunu; en üst düzeyde ele alınacak ve ben orada olmayacaktım, bu mümkün değildi. Her Ankara yolculuğunda olduğu gibi uçak mı araba mı tartışması sonucunda; hava yolunun bu sonbaharın manzaralarını kaçırmaya değer avantajı olmadığına, ekonomik seyahate karar verildi.
Tercihler hayatınızı etkiliyor. Yola çıkarken 17 derecelerdeki hava ısısının Bolu’yu geçince birden bire -2°C’lere inmesi, kışı hatırlatmasının yanı sıra bize uçak yolculuğu hissini de yaşattı. Sonbahar manzaraları görülmeye değerdi, yemek seçme maceraları da keyfimizi çok arttırdı. En iyisi, iki genç hukukçu ile “Tıbbi uygulama hataları iddiaları” konusuna ısındık yol boyunca. Hukukun farklı bakışı, Yargıtay üyeleri gibi en üst düzey hukukçulardan da gelse hiç şaşırmayacaktık iki hekim olarak.
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit konuşmasında aklımızda kaldığı kadarı ile; “Sağlık çalışanlarının iş yükündeki artış, çalışanın aşırı derecede yorulması, hastaya ayrılan sürenin kısalması, hasta bakım kalitesinin düşmesi gibi etmenlerin tıbbi hataların artmasına yol açtığını, hekimin tedavi bakım standartlarına uymayan davranışlarıyla hastaya zarar vermesi durumunda, hukuki ve cezai sorumluluk doğduğunu, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin yanı sıra sağlık çalışanlarına karşı açılan ceza ve tazminat davalarının arttığını, genellikle hekim aleyhine taksirli suçlardan dava açılırken, kasti davranışlar nedeniyle açılan davaların Türkiye istatistiklerine göre sınırlı olduğunu, Dünya Tabipler Birliği’nin tıbbi uygulama hatalarını, “Hekimin tedavi sırasında standart uygulama yapmaması, beceri eksikliği ve hastaya tedavi vermemesiyle oluşan zarar” olarak tanımladığını, Türkiye’de tıbbi uygulama hataları iddialarında son yıllarda %40- %120 arasında artış olduğunu; Türkiye’de her 30 hekimden biri yasal şikayete uğrarken ABD’de 12 hekimden birinin yasal şikayete maruz kaldığını” vurguladı. Hekimler hakkındaki davaların artış hızını bu kadar net bilmek pek mümkün değildi bu toplantıya kadar. Ancak, hala sayıların batıdan az olduğu bilgisi teyit edilmiş oldu.
Sağlık Personelinin Hukuki Sorumluluğu oturumunun başkanlığını yürüten Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Başkanı Ali Selman Erkuş, Yargıtay Başkanı’nın konuşmasına ek olarak; malpraktis davalarının tüketici hukukuna dahil edilmesine eleştirel bakılabileceğini, artan tıbbi hata iddialarına ilişkin açılan tazminat davalarının ortalama 8-10 yıl sürdüğünü ve bu davaların 1/14’ünün sağlık personelinin aleyhine sonuçlandığını belirtti. Başkanın paylaştığı bu oran, vakıf hastaneleri ile üniversite hastanelerini kapsamamakta, zira bu hastanelerde görevli hekimlere karşı ileri sürülen malpraktis iddialarında idareye dava açılıp neticesinde hekime rücu edildiğinde çıkan uyuşmazlıklar, farklı hukuk dairelerinde görülebilmektedir. Ancak, bu veri dahi benim açımdan muhteşem bir bilgi idi. Hukukçular davaların ortalama 5 yıl sürdüğünü iddia ediyorlardı ve benim gözlemlerim 8-10 yıl sürdüğü şeklinde idi, üzülerek haklı çıkmıştım. Bir hekim olarak biliyorum ki 8-10 yıl sonra kazanılacak bir şey kalmıyor. Kazandığınızın ilanı aslında kocaman bir kayıp… Neyse ki tıbbi uygulama hataları iddialarının tüketici mahkemelerinde görülmesinin yanlışlığını sa- dece biz düşünmüyoruz.
1/14 rakamı da çok ilginçti. Ankara’ya gelinceye kadar, sadece Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneler için %20 oranında hekimlerin aleyhine dava sonuçlanma oranını biliyorduk. Türkiye Sigortlar Birliği çalışma toplantılarında da son 10 yıldır sonuçlanan davalarda, %10 oranında hekimler aleyhine davaların sonuçlandığını öğrenmiştik. Şimdi anlıyoruz ki üniversite hastaneleri, özel hastaneler söz konusu olduğunda, oran %10’ların dahi altına düşüyor. Böyle bir bilgiyi Türkiye’de okuduğunuz bu kaynak dışında başka bir kaynaktan öğrenmek mümkün değil. İnsan yazarken dahi çok mutlu oluyor. “Hekimler aleyhine” dava sonuçlanma oranı; Türkiye’de, dünya ortalamasından (%20) yarı yarıya daha iyi. Tabi bunun için bir çekincem var, son on yıldır açılan davaların %10’u ancak sonuçlandı. Kötü bir olasılık, zor davalar geride bekliyor ve kazanma oranı azalacak gibi görünüyor. Ancak bir gerçek değişmeyecek, en az %80 dava boşuna açılıyor. Uzlaşma ya da başka bir çözüm için geç dahi kalındı. 8-10 yıl süren davalar, gerçek tıbbi uygulama mağduru insanların, haklarını aramalarına hizmet etmiyor. Sadece bıkan, bezgin bir duygulanımda tükenmişlik yaşayan hekimlerin “Defansif” tıp uygulamaları ile hastalar ve ülke menfaatleri zarar görüyor. Çok çarpıcı başka bir gerçek, Türkiye’de tıbbi bilirkişilerin hekimlere kusur atfetme oranlarının %25’lerin altına düşmediğidir. Bu bilgi ile, umarım “Hukukçular tıpçılara düşmandır” ön yargısı biraz zarar görür. Bilirkişilik konusuna biraz daha fazla odaklanmamız gerektiğini anlaşılır.
Sempozyum kapsamında I. Oturumda; “Sağlık Persone- linin Hukuki Sorumluluğu” konusu Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Başkanı Ali Selman Erkuş başkanlığında; Hekimin Özen Borcu (Prof. Dr. Veysel Başpınar), İlaç Zararlarından İlaç Üreticisinin ve Eczacının Hukuki Sorumluluğun(Av. Cahid Doğan), Hekimin Hukuki Sorumluluğunda Yargıtay Uygulamaları (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Üyesi Battal Yılmaz) başlıkları şeklinde tartışıldı.
Bu oturumda, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin tıbbi malpraktis davalarına ilişkin kararlarında, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendile- rine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir. Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, “Kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır.” Anayasa’nın 129. maddesi ile; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun
13. Maddesi’nin; “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar.” hükmü esas alınarak hekimin kişisel kusuru olsa bile doğrudan hekime adli yargıda tazminat talepli bir dava açılamayacağının önemine değinildi.
Bu oturumda ele alınan bir diğer önemli konu ise; vakıf üniversitelerinin tıp fakültesi hastanelerinin halka sunduğu sağlık hizmeti bakımından, kamu hastanesi niteliğinde olduğu ve hekimin tıbbi hatasına ilişkin iddia doğrultusunda açılacak davada idari yargının görevli olduğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2012/4- 729 Esas, 2013/163 Karar ve 30.01.2013 tarihli kararına atıf yapılarak izah edilmesi oldu.
Ayrıca, hekimin aydınlatma borcuna ilişkin yapılan açıklamada; aydınlatmanın kapsamının şartlara göre genişletilebileceği, daraltılabileceği hatta tamamen ortadan kalkabileceği; Yargıtay kararlarında ameliyatın genişletilmesi halinde aydınlatma borcunun ortadan kalkmasına ilişkin değerlendirme yapıldığı belirtildi.
Tıbbi kötü uygulama iddialarına ilişkin uyuşmazlıklarda; gerekli olan bilirkişi raporunun temin edildiği kurum bakımından bir üstünlük durumunun olmadığı belirtildi. Adli Tıp Kurumu, Yüksek Sağlık Şurası, Üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalları, Adli Tıp Enstitüleri gibi raporun nereden temin edildiğinin önem arz etmediği, önemli olanın, hükme esas alınacak nitelikleri haiz, maddi gerçekle uyuşan teknik bilgiye dayalı olan raporlar olduğu vurgusu yapıldı. Bu konu ANKARA SEYAHATİNİN en önemli “Araç içi” konusu idi. Bir önceki yazımızda da belirtmiştik, CMK ve HMK kapsamında başta “Bilimsel mütalaa” ve “Çapraz sorgu” düzenlemeleri; hekimlerin kendilerini savunmak adına alternatifi olmayan enstrümanlar. Şanslıyız ki yüksek yargı, bu raporlar arasında bir fark görmüyor “Bilimsel ikna ediciliğe” önem veriyor. Bu alanda çalışan akademisyenler olarak bize düşen, eve götürülecek bilgi; bilirkişi raporlarının standardizasyonu, kanıta dayalı olması üzerine daha fazla araştırma yapmak.
Bu oturumda aklımda kalan olumsuzluklar da oldu. Prof. Dr. Veysel Başpınar’ın verdiği tıbbi örnekler korku filmi gibi idi. Kulak burun boğaz ameliyatında kol felci vb. Maalesef tıbbi süreçleri bilmeyen bir hukukçunun; tıbbi bilirkişi süzgecinden geçmeyen dosyaları anlayabildiği kadarı ile örneklemesi; salondaki az sayıdaki hekimin ciddi tepkisine yol açtı. Gerçekten tarzı hekim düşmanlığı yaratacak, şiddeti özendirecek nitelikte idi. Kendi söylemi ile bu ilk tepki alışı da değildi. Ancak, az önce belirttiğim hatasını bilmiyordu. İmdada Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Gülfem Elif Çelik yetişti. Korsan sunum yaptınız tepkisine rağmen; “BİZ HEKİMİZ…” başlıklı duygusal konuşması ile yanlış anlamaları giderdi. Bununla beraber; Sayın Veysel Başpınar’ın malpraktis davalarında ispat yüküne ilişkin ilk görünüş ispat kuralının işleyeceğini, her malpraktis iddiasında doktorların ispat yükü olacağı gibi bir durumun olmadığına ilişkin görüşü önemlidir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Üyesi Battal Yılmaz sunumunda; tazminatta kararlara göre var olduğu iddia edilen belirli bir oran olmadığını, her olaya farklı uygulanıp hakim takdirinde olduğunu, aydınlatılmış onamın önemli olduğunu ve onamsız işlemlere ilişkin açılan davalarda yalnızca manevi tazminat istemlerinin değil maddi tazminat istemlerinin de kabul edilebildiğini vurguladı. Sayın Battal Yılmaz’ın “Robot hekimlere muayene olmayı dahi tercih edebileceği” talihsiz cümlesine (Bu cümle dışında harika bir sunum) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Gülfem Elif Çelik’in yanıtı da “İnsani bir dokunuşun yerinin doldurulamayacağı” şeklinde oldu.
Programın II. oturumunda ise; Yargıtay 12. Ceza Dairesi Başkanı Ahmet Er başkanlığında “Sağlık Per- sonelinin Cezai Sorumluluğu” konusu gündemdeydi. Sağlık Çalışanlarına Karşı Şiddet ve Önlenmesi (Prof. Dr. Devrim Güngör) Tıbbi Uygulama Hatalarında Adli Tıp Kurumu Yaklaşımı (Adli Tıp Kurumu 7. İhtisas Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akif İnanıcı), Yargıtay Uygulamaları Kapsamında Sağlık Çalışanlarının Sebebiyet Verdiği Tıbbi Hatalar Nedeniyle Cezai Sorumluluğu (Yargıtay 12. Ceza Dairesi Tetkik Hakimi Serap Kaygusuz) başlıkları olgularla değerlendirildi. İtiraf etmeyilim ANKARA SEYEHATİNİN temel motivasyonu bu sunumdu. Arkadaşımız, hocamız ve tek Adli Tıp Uzmanı bu oturumda idi. Ayrıca Tetkik Hakimi Sayın Serap Kaygusuz, tıbbi konulara öylesine hakimdi ki insan her onu dinleyişinde “İyi ki varsınız” diyor.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi Başkanı Sayın Ahmet Er ve Tetkik Hakimi Sayın Serap Kaygusuz, kendi dairelerine gelen tıbbi malpraktis dosyalarından; 7 yılda sadece iki dosyada bilinçli taksirden hüküm kurulduğunu, kalan tüm dosyaların adi taksirden hükme konu olduğunu vurguladı. Bu çok sevindirici bir haber.
Yargıtay Başkanı açılış konuşmasında; sağlık çalışanlarına şiddetin gündemdeki yerini koruduğunu, sağlık çalışanlarına karşı işlenen suçların önlenmesi ve ağır bir biçimde cezalandırılması için çalışmalarının de- vam ettiğini belirtti. II. Oturumda ele alınan bu konuya ilişkin olarak; ampirik çalışmalardan örnekler verildi. Sağlıkta şiddetin nedenleri ve önleme politikaları üzerinde duruldu. Yapılan bir araştırmada iş yerin- de şiddete maruz kalanların %25’inin sağlık personeli olduğunun görüldüğü bilgisi paylaşıldı. 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nda 2014 yılında yapılan değişiklik ile bu kanun kapsamına dahil edilen Ek Madde 12; “Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele kar- şı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında tutuklama nedeni varsayılan suçlardandır. Özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personel, bu görevleriyle bağlantılı olarak kendilerine karşı işlenen suçlar bakımından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun uygulanmasında kamu görevlisi sayılır.” Hükmü ile; esasen 5271 sayılı CMK’da tahdidi olarak belirtilen tutuklama sebeplerinden bağımsız bir düzenleme ya- pılarak bu koruma tedbiri ile sağlık personeline karşı şiddet bakımından caydırıcı bir etki yaratılması amaçlanmış ise de; tedbirin uygulanmasında yaşanan sorunlar bir yana, bu düzenlemenin CMK’nın 100. maddesinde yapılması gerekirken Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nda bu hükme yer verilmesinin doğru olmadığı belirtildi.
Türk Tabipler Birliği’nin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Kamu Sağlığına Karşı Suçlar bölümünde yer alan 194. maddenin akabinde yer alması gerektiği belirtilen “Sağlık personeline karşı şiddet içeren tavır ve sağlık hizmetini kesintiye uğratma” başlıklı 194/A. madde önerisi ele alındı.
1. Sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık personeline yerine getirdiği sağlık hizmeti nedeniyle yapmaması gereken bir işi yapması veya yapması gereken bir işi yapmaması için emir veren, baskı yapan, nüfuz icra eden veya her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kimseye üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
2. Bu kanunun 125, 106. maddelerinde düzenlenen fiillerin sağlık per- soneline karşı işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.
3. Sağlık personeline yöneltilen birinci fıkradaki eylemlerin şiddet içermesi durumunda mezkûr ceza yarı oranında artırılır. Bu fıkra hükmüne göre verilen cezalarda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmez ve bu cezalar adlî para cezasına çevrilmez.
4. Şiddetin ölümle sonuçlanması durumunda, fail ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
5. Bu madde gereği yargılanan kişiler hakkında cezada indirim sebepleri uygulanmaz.
TTB’nin bu madde önerisinin; cezalandırılmama algısının sağlıkta şiddeti arttırdığı; bunun için de bu eylemlerin mutlaka cezalandırılacağının bilinmesinin caydırıcı olabileceği ile gerekçelendirildiği belirtilmiştir. Ancak bu noktada konuşmacı; Dunning – Kruger Sendromu’ndan örnekleyerek bireyin cehaleti arttıkça özgüveni ile birlikte şiddete eğiliminin de arttığını vurgulamış ve cezaları arttırmaktansa, medya gibi kuvvetli bir aracın doğru şekilde kullanılarak bireyleri ve toplumu bilinçlendirmenin ve diğer enstrümanlar aracılığıyla toplumun bu konuda eğitiminde etkin rol almanın daha etkili sonuçlar sağlayacağı görüşünü paylaşmıştır. Prof. Dr. Devrim Güngör bu görüşünü TTB’nin görüşüne karşı durmak için dile getirmediğini hissettirdi. Bir hukukçu olarak ceza miktarı ve caydırıcılık ilişkisini analiz ederek çözüm önerisinde bulundu. Bu bakış açısı bana çok anlamlı geldi.
Sayın Serap Kaygusuz özellikle 12. Ceza Dairesi’nin tıbbi kötü uygulamaya ilişkin uyuşmazlıklardaki yaklaşımını oldukça başarılı bir şekilde aktardı. Eve götürülecek en güzel hediye; “Hekimin tıbbi açıdan tespiti mümkün olmasına rağmen gerekli tanı ve tedaviyi sağlamamasının eksiklik olduğu, ancak hastaya tanı konulup gerekli tedaviye zamanında başlanılmış olsa dahi hastanın kurtarılmasının kesin olmadığı” durumlarda; hekimin eylemi ile gerçekleşen netice arasında illiyet bağının kesin bir şekilde kurulamadığını, en açık bir şekilde anlatması oldu… Bu nedenle de hekimin taksirle öldürme suçundan sorumlu tutulamayacağı ancak, bu noktada hekimin üzerine düşen görevleri yerine getirmediğinin sabit olması halinde, eyleminin TCK’nın 257/2. maddesindeki görevi ihmal suçunu oluşturduğunun kabulüyle hüküm kurulabildiği vurgulandı. Özel hastanelerde çalışan hekimler için bu sorumluluk da bulunmamakta idi.
EVE GÖTÜRÜLECEK EN GÜZEL HEDİYE; “HEKİMİN TIBBİ AÇIDAN TESPİTİ MÜMKÜN OLMASINA RAĞMEN GEREKLİ TANI VE TEDAVİYİ SAĞLAMAMASININ EKSİKLİK OLDUĞU, ANCAK HASTAYA TANI KONULUP GEREKLİ TEDAVİYE ZAMANINDA BAŞLANILMIŞ OLSA DAHİ TANIN KURTARILMASININ KESİN OLMADIĞI” DURUMLARDA; HEKİMİN EYLEMİ İLE GERÇEKLEŞEN NETİCE ARASINDA İLLİYET BAĞININ KESİN BİR ŞEKİLDE KURULAMADIĞINI, EN AÇIK BİR ŞEKİLDE ANLATMASI OLDU.
Prof. Dr. Mehmet Akif İnanıcı, Adli Tıp Kurumu’nun, sadece tıbbi uygulamalar için yeni kurulan 7. Kurulu’nun başkanı olarak konuşmasını yaptı. Yeni kurul gereksinimi, elbette hekimler hakkındaki dava sayısındaki artıştı. Daha önceden duyduğumuz yaklaşık ayda 400 dosya civarındaki bir iş yükünün olum- suzluklarını aktarıp, asıl konuşmasına geçti. Tıbbi malpraktis olgularına yaklaşımı; uluslararası algoritmalara uygun ve bilimseldi. İlk oturumda hatalı verilen malpraktis olgularını hukukçular için dahi oldukça anlaşılır bir dille açıkladı. Adli Tıp Kurumu adına umut verici bir sunumdu.
BU DERGİDE BİR SEYAHAT AKTARIMI UYGUN OLUR DİYE DÜŞÜNDÜK. BÖYLELİKLE NEDEN CERRAHİ BRANŞLARDA TUS PUANLARI YERLERDE ANLAŞILIR, ASLINDA SORUNUN DAHA ZİYADE TIBBİ BİLİRKİŞİLİK SİSTEMİNDE OLDUĞUNA DİKKAT ÇEKEBİLİRİZ DİYE DÜŞÜNDÜK. DİKKAT ÇEKMEK İSTEDİĞİMİZ ESAS KONU BÖYLE BİR TOPLANTININ AZ SAYIDA HEKİM KATILIMI İLE GERÇEKLEŞMESİNİN DÜŞÜNÜLMESİ GEREKTİĞİ İDİ. BİZ DÜŞÜNMESEK DE YÜKSEK YARGI, HEKİMLERİ DÜŞÜNDÜ VE UMUT VERDİ.
Bu dergide bir seyahat aktarımı uygun olur diye düşündük. Böylelikle neden cerrahi branşlarda TUS puanları yerlerde anlaşılır, aslında sorunun daha ziyade tıbbi bilirkişilik sisteminde olduğuna dikkat çekebiliriz diye düşündük. Dikkat çekmek istediğimiz esas konu böyle bir toplantının az sayıda hekim katılımı ile gerçekleşmesinin düşünülmesi gerektiği idi. Biz düşünmesek de yüksek yargı, hekimleri düşündü ve umut verdi. Ankara’da olma tercihimiz eve, sizlere birçok ilk bilgiyi aktarma şansı sağladı. Yol arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Dr. Arda Akay
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı Uzmanlık Öğrencisi, İstanbul, Türkiye
Av. S. Yazgülü Taşdemir
İstanbul Üniversitesi, Kriminoloji ve Ceza Adaleti, Yüksek Lisans Öğrencisi, İstanbul, Türkiye
Prof. Dr. A. Coşkun Yorulmaz
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye
Farklı konularda yayımladığımız diğer hukuk yazılarımıza Hukuk kategorimizden ulaşabilirsiniz.