‘‘Kendi Alanımızda Benzersiz Bir Konum Elde Etmeyi Hedefliyoruz’’
Sağlık hukuku; hekim ile hasta arasındaki tıbbi uygulamadan kaynaklı olan tüm sorunları incelemesi, hem hastaların hem sağlık çalışanlarının haklarının sınırlarını belirlemesi, borçlar hukuku, idare hukuku ve ceza hukuku olmak üzere hukukun birçok alanıyla doğrudan ilişkili olması ve özellikle de son yıllarda sayısı sürekli artan davalar nedeniyle ayrı bir parantezde incelenmesi gereken önemli bir hukuk disiplinidir.
Hekim ile hasta arası veya hastane ile hasta arasın- da hukuki uyuşmazlığın ortaya çıkması halinde; hasta veya hasta yakınları sorumluluk sahibinin cezalandırılması için savcılığa suç duyurusunda bulunup ayrıca tazminat talepli olarak hukuk davası açabilmektedirler. Bu durumda tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren hekimin gerekli özeni gösterip göstermediği, tıp standartlarına uygun hareket edip etmediği, gerekli aydınlatmayı yapıp yapmadığı, meydana gelen sonucun tıbbi bir hatadan mı komplikasyondan mı kaynaklandığı hususlarında Adli Tıp Kurumu’ndan ya da üniversitelerin ilgili ihtisas bölümlerindeki tıp uzmanlarından oluşan heyetten rapor alınarak sonuca göre karar verilmektedir. Bu sebeple tarafların hukuki sorumluluklarını belirlemeden önce öncelikle hekimle hasta arasındaki hukuki ilişkinin doğru tanımlanması gerekmektedir. Hekim ile hasta arası veya hastane ile hasta arasındaki hukuki ilişkinin niteliği somut olaya göre değişkenlik göstermekte olup, bu ilişki vekalet, eser veya hizmet sözleşmesine dayanabileceği gibi, sui generis olarak adlandırılan kendine özgü bir sözleşme ilişkisine de dayanabilmektedir. Hukukumuzda kabul edilen genel görüşe göre; es-tetik müdahaleler dışında kalan tıbbi müdahalelerde hekim ile hasta arasında ilişki “vekâlet sözleşmesi” kapsamında değerlendirilmektedir ve bu makale de bu görüşe itibar edilerek kaleme alınmıştır. Hekim ile hasta arası veya hastane ile hasta arasındaki ilişkiyi “vekalet sözleşmesi” kapsamında değerlendirdiğimizde taraflar arasında meydana gelen hukuki uyuşmazlıklarda hastalar, sözleşmeye dayanarak sözleşmeye aykırılık nedeniyle hem müdahaleyi uygulayan sağlık çalışanının hem de özel ya da kamuya ait sağlık kuruluşunun hukuki sorumluluğuna giderek dava açabilecek, savcılığa suç duyurusunda bulunabilecektir.
Hekimin sorumlu olması halinde ortaya malpraktis kavramı çıkarken hekimin sorumluluğuna gidilebilmesinin mümkün olmadığı durumlarda da “komplikasyon” kavramı karşımıza çıkacaktır.
Malpraktis
Dünya Tabipler Birliği’nin 1992 yılında yapılan Genel Kurulu’nda malpraktis; “hekimin tedavi sırasında standart tedaviyi yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar…” şeklinde tanımlanmış olup emsal olacak şekilde Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 13. Maddesinde malpraktisten “bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi “hekimliğin kötü uygulaması” anlamına gelir” şeklinde bahsedilmiştir.
Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere hasta ile hekim arasında teşhis aşamasından itibaren bir vekalet sözleşmesi kurulmaktadır. Bu sözleşme ifa edilirken hekimin ya da sağlık kuruluşunun kusuru olması halinde borçlar hukuku kapsamında tazminat sorumluluğu ortaya çıkacaktır. Diğer yandan ceza hukuku kapsamında ise ilgililer kusurlarıyla sebebiyle meydana gelen yaralama ya da ölüm neticesine göre Türk Ceza Kanunu’nun neticeye uyan suç hükümleriyle yargılanarak cezalandırılacaktır. Hekimin kusuru nedeniyle ölüm meydana gelirse “taksirle öldürme suçu” ölüm dışında hastanın durumunun ağırlaşması ya da tıbbi müdahale öncesi kendisinde bulunmayan bir rahatsızlığın meydana çıkması durumunda “taksirle yaralama suçu” vuku bulacaktır.
Malpraktis, teşhis ve tedavi aşamasında (hekimin yanlış teşhis koyması, gerekli tetkiklerin yapılmaması gibi hallerde), aydınlatma aşamasında (hastanın tedavisi için gerekli aydınlatılmanın yapılmadığı ya da eksik yapıldığı hallerde) ve organizasyon yükümlülüğü aşamasında (hastanın tedavisi veya gerçekleştirilecek ameliyat için sağlık kuruluşunda yeterli ve donanımlı personel bulunmaması gibi hallerde) meydana gelmektedir.
Malpraktisin ortaya çıktığı durumlarda her somut olay kendi içerisinde irdelenmelidir.
Örneklemek gerekirse hekimin koymuş olduğu her yanlış teşhis malpraktis olarak nitelendirilemez. Şöyle ki; tıp alanında birden fazla hastalık aynı semptomları gösterebilmekte, yapılan tüm tetkiklere rağmen hastalık açıkça tespit edilememektedir. Bu durum açıkça araştırılmalı, hekimin tıp standartlarına ve uzmanlığına uygun hareket edip etmediği tartışılmalı, akabinde hekimin sorumlu olup olmadığına kanaat getirilmelidir.
&Komplikasyon
Komplikasyon, hekimin uzmanlığına ait bilgi veya beceri eksikliğinden kaynaklanmayan, tıp standartlarına uyulmasına rağmen yine de istenmeyen bir sonucun meydana gelmesi olarak tanımlanabilir. Danıştay ve Yargıtay birden fazla kararında en açık tanımı yaparak komplikasyonun tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuç olduğunu; ancak bunun bilgi ve beceri eksikliği sonucu olmaması gerektiğini söylemektedir. Hukukumuzda hekimin tıp standartları çerçevesinde davranarak gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen ortaya çıkan istenmeyen sonuçlardan ne borçlar hukuku bakımından ne de ceza hukuku bakımında sorumlu olmayacağı kabul edilmektedir.
Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olduğunun kabulü ve eylemi gerçekleştirenlerin sorumluluğuna gidilememesi için hastaya yeterli ve açıklayıcı aydınlatmanın yapılmış olması ve hastanın tüm bu hususlar için kabul beyanının alınmış olması gerekir. Olası bir hukuki uyuşmazlıkta aydınlatmanın yapılarak onamın alındığı hususlarının ispatı konusunda yükümlü olan kişi hekimdir. Hastada oluşan sonuç öngörülemiyor ve önlenemiyorsa veya öngörülse bile herhangi bir kusur olmamasına rağmen önlenemiyorsa bu durumun komplikasyon olarak kabulü gerekmektedir. Yerel mahkemelerde yapılan yargılama sırasında, hastada meydana gelen zararın komplikasyondan kaynakladığı bu sebeple hekimin kusurunun bulunmadığı yönünde kararlar verilse de Yargıtay birçok kararında “komplikasyon ve malpraktis ayrımından önce” hastadan aydınlatılmış onamın gereği gibi alınıp alınmadığının irdelenmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Keza Yargıtay aydınlatılmış onamın gereği gibi alınmamış olması hallerinde hekimler ya da sağlık kurumunun kusur sorumluluğuna gidebileceğini kabul eden kararlara imza atmaktadır.
Nitekim Yargıtay vermiş olduğu kararlardan birinde “…mahkemece aldırılan 23.11.2012 tarihli Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda,… cerrahi işlemi uygulayan Beyin cerrahi uzmanı Dr. T.. G..’ün eyleminin tıp kurallarına uygun, Özel H.. Hastanesi’nde yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Hükme esas alınan Adli Tıp raporu davalıların kusurlu olup olmadığının tespiti için yeterli değildir. O halde mahkemece, davacının geçirdiği ameliyatlar konusunda uzman olan tıp fakültesinden seçilecek bilirkişi heyetinden nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalıların kusurlu olup olmadığı belirlenmeli, aydınlatılmış onam hususunda ispat külfetinin davalı yanda olduğu gözetilmeli, ameliyat sonrası oluşan arazların komplikasyon olduğunun belirlenmesi halinde ise, aydınlatılıp aydınlatılmadığı üzerinde durulmalı, davalının bu konudaki delilleri toplanmalı ve hasıl olacak sonuca uygun bir karar vermelidir.” Şeklinde hüküm kurmuş olup, meydana gelen zararın komplikasyon olması halinde dahi aydınlatılmış onamın alınıp alınmamasına göre sonuca gidilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Komplikasyon, zamanında fark edilmez, fark edilmesine rağmen tıp standartlarına uygun önlemler alınmaz ise somut durum komplikasyon olmaktan çıkar ve malpraktisten söz edilir. Zira; komplikasyonun varlığından bahsedilebilmesi için tıbbi müdahaleyi uygulayan kişi tarafından öngörülebilir tüm sonuçlara yönelik tedbirler alınmalı, bu tedbirlere rağmen istenmeyen sonuç meydana gelmelidir. Bu durumda da komplikasyon yönetimi gereği gibi yapıldığından ilgililerin sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Av. Nazlıcan KAHRAMAN ÖZEN
Av. Uğur CEBECİ