Kusursuz Perde Yok ise O Zaman “Doğuştan Satışçı” da Yok!

Wolfgang Amadeus Mozart’I bilir misiniz? Evet tabii ki! ama hangi eserleri vardı… tam çıkaramadım diyenlere “Türk marşı” dersem “hah! tabii ki ya, bilmem mi?” cevabı vermeniz kaçınılmaz!

Yıl 1763… Mozart efsanesinin doğmasına neden olacak Avrupa turnesine çıkmak üzere. Sadece 7 yaşında! keman ve piyanoda izleyicileri hayran bırakacak kadar iyi çalıyor. Ama Mozart’ın bir başka yeteneği daha var ki işte asıl şaşırtıcı olanı o; yedi yaşındaki bu çocuk bir müzik enstrümanında çalınan notayı dinleyip hemen ardından olarak hangi nota olduğunu söyleyebiliyor! hatta başka bir odada da olsa ve çalınan enstrümanı görmese bile bunu yapabiliyor. Bunu sadece keman ve piyanoda değil duyduğu her enstrümanda yapabiliyor. Söz ettiğim sadece müzik aletleri değil; saatin ötmesi, zilin çalması veya birinin hapşırması gibi tüm seslerin notasını tanıyabiliyor. Bu o zamanki çoğu yetişkin yaşlı başlı müzisyenin, hatta en deneyimlilerin bile boy ölçüşemediği bir kabiliyet gibi görünüyor. Bu genç dahi adamın klavye ve kemandaki becerisinden bile fazla hayret uyandırıyor. Doğuştan gelen en gizemli yeteneğinin örneği!

Bu yeteneğe bilimsel olarak: “KUSURSUZ PERDE” deniyor (Mutlak kulak da denir). Son derece nadir bir kabiliyet. Her 10.000 insandan birinde var. Beethoven’da vardı, Brahms’da yoktu. Keza Frank Sinatra’da vardı; Miles Davis’de yoktu.

Bu kabiliyet az sayıda şanslı insanın doğuştan sahip olduğu ama geri kalan çoğunluğun sahip olmadığı içsel yeteneklerin mükemmel bir örneğidir! mi acaba?

İki yüzyıl boyunca aynen böyle olduğu düşünülüyordu. Artık düşünülmüyor! Çünkü; Tanrı vergisi bir yeteneği olduğu düşünülen insanların aynı zamanda çocukluklarının erken döneminde bir tür müzik eğitimi aldıkları görüldü. Genelde üçle beş yaş aralığında. Peki Mozart? Onun kusursuz perdesi? Evet o da dahil! Babası asla istediği başarıya ulaşamamış normal yetenekte bir kemancı ve besteciydi ve çocuklarını çılgınca bir hırsla müzisyen yapmaya çalıştı. Ablası ile başladı, onda kazandığı tecrübeyi tamamen Wolfgang’a aktardı. Dört yaşına geldiğinde keman, klavye ve diğer enstrümanları çalabiliyordu. Egzersizler hiç bitmedi, devamlı pratik yaptı. yaptı! yaptı! yaptı! ve yaptı!

Aslında Mozart müziğe bu denli maruz kalmadan başka bir ailede büyüse idi bu kabiliyeti asla gelişmeyebilirdi. Günümüzde çok enteresan bir deney sayesinde kusursuz perdeye ait ilginç saptamaları artık biliyoruz: 2014 yılında Tokyo’da Ichionkai müzik okulunda yaşları 2 ile 6 arasında rastgele seçilmiş 24 çocuk deneye dahil edildi ve piyanoda çalınan çeşitli akorları sadece seslerini dinleyerek tanımlamalarını öğretmek için tasarlanmış aylar süren bir eğitime başladılar.

Yoğun geçen, kimi çocuğun bir yıl, kiminin 1.5 yıldan fazla süren eğitimleri bitince bilin bakalım ne oldu? çocukların hepsi istisnasız mükemmel perde özelliği geliştirdiler ve piyanoda çalınan tüm notaları tanıdılar.

Bu şaşırtıcı bir sonuçtu. Normal koşullarda her 10.000 insandan sadece birisi kusursuz perde özelliği geliştirse de bu deneyde tüm öğrenciler bu özelliği geliştirmişti.

Peki o zaman aklınızdaki soruyu sormanın tam zamanı: Doğuştan gelen yetenek başarının sırrı mıdır? Bazı insanlar neden yaptıkları şeyde çok iyiler? ve hatta şu:

“Doğuştan satışçı olunur mu?”

Evet bazı durumlarda genetik özellikler özellikle boy, fizik fark yaratabiliyor. Yine de başarılarında doğuştan gelen genetik özellikler ne tür bir rol oynarsa oynasın bu “yetenekli” insanların sahip oldukları yetkinlik hepimizin sahip olduğuyla aynı! önceden belirlenmiş beceri diye bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Beyin uyum sağlayabilir ve sıkı eğitim, çok sayıda tekrar daha önce var olmayan -kusursuz perde gibi- becerileri yaratabilir!

Bu oyunun kuralını değiştiren bir anlayış! çünkü sığındığımız limanın çöküşü! Hep “benim matematiğe yeteneğim yok” dedik, “adam doğuştan satışçı, baksana; biz zar zor tutarken kotayı 2’ye katladı” dedik, “çocukta daha 12 yaşında 1.90 boy var, doğuştan baskete yeteneği var…tabii!” dedik.

Ama değil yetmiyor! Amaçlı pratiğin gücü gerekiyor. Yani; samimi istek ve sıkı çalışma da tek başına üst seviye başarı yaratmıyor. Doğuştan gelen bazı avantajlar da bir yere kadar, bolca tekrar da bir yere kadar… çözüm amaçlı pratikte!

Yeterli bir süre boyunca yukardaki bu maddeleri uygulayan birisi iyi satışçı da olur, iyi satranç da oynar, matematikten full de çeker, hızlı okumayı öğrenerek 1 yılda 100 kitap da okur, 45 yaşından sonra yapay zeka mühendisliği eğitimini de tamamlar, gider New York Film Academy’de fotoğrafçılığın zirvelerine de çıkar!

Hepimizin çevresinde işini iyi yapan birileri var: En iyi karnıyarığı Tuba yapar, Playstation turnuvasında Fifa’yı en iyi Köksal oynar, “haa o excel formülü mü? Onu Şenol’a soracaksın!” gibi… Hayatımızda aslında alanında uzmanlaşmış birçok kişi var. Çok basit işlerde bile uzmanlaşma çok önemli. Limonatanın içeriğinde su, şeker ve limon bulunmasına rağmen herkesin yaptığı limonata farklı olacaktır. Sadece 3 farklı değişkenin bulunduğu limonata için bile bu kadar farklılaşmanın sebebi işte uzman olan o kişilerdir. Yıllarca limonata yapan bir kişi ne kadar su koyacağını, ne kadar şeker koyacağını ve neyi ne zaman koyacağını çok iyi bilir. Bu nedenle başarılı bir şekilde her seferinde çok lezzetli limonatalar yapabilir.

Örneği özellikle limonata gibi değişkeni az bir şeyden vermek istedim. Olayı başka bir alanda uzmanlık olarak değerlendirdiğimiz zaman değişkenler çok fazla artacaktır. Uzmanlık günlerle, haftalarla değil yıllarla ölçülebilen bir olgu. Bu nedenle uzmanlaşmak istediğimiz konuyu iyi seçerek onun üzerinde sürekli olarak çalışmamız gerekiyor. Uzmanlaşmak bu nedenle oldukça zordur. Çünkü insanlar egoları yüzünden kendilerini uzman sanabilirler ve şans eseri elde edilmiş 1-2 başarıdan sonra bu yanılsamanın bedelini büyük facialarla ödeyebilirler.

Bir alanda ne kadar çok uzmanlaşırsanız o kadar öğrenmeniz gereken şey olduğunu fark edersiniz.

Fakat büyük bir paradoks var: bir alanda ne kadar çok uzmanlaşırsanız o kadar öğrenmeniz gereken şey olduğunu fark edersiniz. Bu nedenle sürekli olarak kendinizi geliştirmeniz gerekiyor. Aksi takdirde gelişmelere ayak uydurmakta zorlanırsınız. Hele bu çağda? uzmanlaştığınız alan çağın gerisinde kalmaya başladı bile! tozunuzu almanız, yeni mezun üniversite öğrencisi iştahıyla öğrenmeniz lazım. Böyle! kuralı bu… Uzmanlık blog, makale yazarak değil o alanda sebat ederek, herkesten çok daha fazla çalışarak, merak ederek elde edilir.

Müthiş kitaplar var “başarılı olmak” “uzmanlaşmak” konularında derinleşmeniz için. Korona virüs nedeniyle evlerimize çekildiğimiz bu enteresan günlerde yazıyı okuyan size, ekibinize ya da çocuğunuza çok sayıda kitabın arasından kesinlikle önerebileceğim 5 kitap ile yazıyı sonlandırayım,

Saygılarımla!

Murat Gümrükçü

Satış temsilcisi

Satış Gücü Etkinliği, İş Mükemmelliği

 

“Outliers-(Çizginin Dışındakiler)-Bazı İnsanlar Neden Daha Başarılı Olur?”

Malcolm Gladwell

Geleneksel kişisel gelişim kitaplarına benzemeyen, aynı cümleleri allayıp pullayıp yazmak yerine ele aldığı konuyu (başarılı olmak) farklı bölümler halinde inceleyen Malcolm Gladwell şaheseridir. En meşhur saptaması çok bilinen “10.000 saat” kuralıdır. Yani; bir işte uzmanlaşmanın 10.000 saat gerektirdiği bahsi. Ülkedeki herkese zorunlu olarak okutulması gereken bir kitap. Temel olarak bir işte başarılı olmak için yeteri kadar çalışmak gerektiğini anlatıyor. Eğer başarılı olamadığınız bir alan varsa yeteri kadar çalışmamışsınızdır. Evet bazı insanlar daha şanslıdır, daha zekidir ancak çalışmak bu farkı fazlasıyla kapatır. Hatta sizi daha öne geçirir.

Zirve (Uzmanlaşmanın bilimsel sırları)

Anders Ericsson

Kitap 30 yıldan fazla süren yoğun çalışmanın damıtılmış bir sonucu. Daha iyi olmak isteyen herkese yol gösteriyor. Sadece teoriler yok, eğlenceli de bir kitap. Ericsson sadece yetenekle birinci sınıf bir uzman haline gelen birini tanımadığını söylüyor. Ayrıca kendisi de daha iyi bir araştırmacı olmak için kişisel olarak planlı alıştırma prensiplerini kullanmakta. Örneğin; doktora sonrası araştırmacı olarak ve sonrasında yayınladığı her makale, birlikte çalıştığı psikologlardan alınan çok sayıda geri bildirimin sonucu yazılmış. Sonuç olarak, bir alanda en iyi olmak için ihtiyacınız olan şey o alandaki yeteneğinizin ötesinde motivasyonla planlı alıştırma süreci için harekete geçmeniz.

Azim

Angela Duckworth

Deha ödüllü psikolog Angela Duckworth başarılı olmanın sırlarına dair şaşırtıcı tespitlerini peş peşe sıralıyor. Yalnızca doğal yeteneğe güvenmeyip “azim” denen özelliği uygulamaya dökerek harika işler başaran insanları örneklerle anlatıyor.

•Dâhi veya doğuştan yetenekli olmak mı, yoksa azimle gayret etmek mi başarıyı daha çok etkiler?

•Toplum olarak bilinçaltımızda neden doğal yetenek yanlısıyız?

•Başarılı olmak için ölesiye çalışmak mı gerekir?

•Azmetmenin doğasına aykırı gibi görünse de neden gerektiği yerde pes edilmelidir?

•Potansiyelimizi gerçekleştirmek için azimden nasıl faydalanabiliriz?

Azim formülü de veriyor bu arada: ilgi, çaba, umut, sebat, amaç, tutku. Sadece formülü de vermiyor aynı zamanda onu nasıl geliştireceğimizi de anlatıyor.

 

Dip

Seth Godin

Gerçekten küçük bir kitap. Elinize ilk geçtiğinde “hadi canım” diyorsunuz. Seth Godin inatla kısa yazmak istemiş, ortaya çıkan kitap müthiş!

Vazgeçmek, sanılanın aksine kaybetmek değildir, tam aksine size yeni kapıları açar, bazen de sizi gereksiz maliyetlerden kurtarır; ancak bu sayede enerjinizi doğru noktaya yönlendirebilirsiniz. Bir durumun üstesinden gelirken karşılaştığınız durumu grafiğe yerleştirmek isterseniz, çaba ve sonuçlar eksenlerinden oluşan 3 ayrı eğriden biri ile karşılaşmanız olasıdır: Dip, Cul-De-Sac (çıkmaz sokak) ve Uçurum.

Bir işe başlarken en iyisi olup olamayacağınızı düşünmek ileride yaşayacağınız pişmanlıklardan sizi kurtarabilir. En iyisi olmak kolay değildir. Ancak bir işi en kötü durumdayken bırakmak da en kötüsüdür. (İşte o an, belki de “hiç başlamamış” olmayı dilediğiniz andır.) En kötü an, “Dip”tir.

İş arayanlar Dip’e düşerler, çünkü insan kaynakları departmanları Dip’i destekler. Bir sürü güçlük çıkararak (CV isteyerek, takım elbise giyilmesini ya da 45 km. uzaklıkta bir plazada görüşme daveti atarak) onca aday arasında, işi hakikaten kimin ciddiye aldığını gözlemlerler.

Deep Work

Cal Newport

Kitap iki ana kısım ve yedi ara bölümden oluşuyor. ilk kısım pür dikkat çalışmanın ne olduğu ve ne işe yaradığı gibi kavramlara odaklanırken, ikinci kısım bu alışkanlığı kazanmak için yapmamız gereken pratiklerden, rutinlerden bahsediyor.

İnsanların çalıştıkları 8 saate, izinli oldukları 16 saatten daha çok odaklanıp işi işte bırakmayıp izin saatlerine taşıdıklarını anlatıyor. Bir asır geçmesine rağmen değişen pek de bir şey yok. Halbuki 8 saat bittiği gibi “tamam benden paso” deyip boş zamanımız için güzel ve faydalı planlar yapsak, beyaz yakalı ruh halimizi hiç değilse 16 saatliğine çıkarıp atabilsek belki de her şey çok daha güzel olacak. Hayatta yapabileceğimiz en güzel yatırım da kendi zihnimize yapacağımız yatırım değil mi?

 

 

Önceki

Pandemi Süreç Yönetimi – Berko İlaç

Sonraki

Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB) Tanılı Çocukların Eğitimleri ve Toplumsal Katılımlarının Desteklenmesi

Öne Çıkanlar