‘‘Kendi Alanımızda Benzersiz Bir Konum Elde Etmeyi Hedefliyoruz’’
İnsan ve insanın bin türlü hali vardır Nazım Hikmet’in şiirlerinde.
Peki yalnız insanlar mı?
Çeşit çeşit hayvana da yer verir dizelerinde. Atlar, kediler, köpekler, yılanlar, geyikler, kuşlar, kertenkeleler, domuzlar, maymunlar, ayılar, sümüklü böcekler, balıklar, koyunlar ve daha nicesine sıklıkla rastlarsınız. Hayvanları kimi zaman kişileştirmede, kimi zaman ortamı, kimi zaman ise koşulları betimlemede kullanır şair. Bu betimlemeleri bazen iyi, bazen de olumsuzluk belirteci olarak kullanır.
Günlük yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olan kediler de şiirlerinde yer bulur. Nazım’ın ilk şiirlerinden birisi kız kardeşinin kedisi için yazdığı “Samiye’nin Kedisi”dir. Nazım Hikmet, bu şiirle ilgili anısı şöyle dile getirir. “Üçüncü şiirimi 16 yaşımda yazdım galiba. Büyük bir Türk şairi, Türk şiirine o devir için yeni bir şiir dili ve anlayışı getiren Yahya Kemal, anama sevdalıydı sanırsam. Evde şiirlerimi okurdu anam. Bahriye mektebinde tarih öğretmenimdi şair. Kız kardeşimin kedisi üstüneydi yazdığım şey. Yahya Kemal’e gösterdim, kediyi de görmek istedi ve şiirimde anlattığım kediyi gördüğü kediye o kadar benzetmedi ki, bana: Sen bu pis uyuz kediyi böyle övmesini biliyorsun, şair olacaksın, dedi.”
Yahya kemal, şiiri okuyup adına şiir yazılan kediyi gördükten sonra Nazım Hikmet’e sen bu pis uyuz kediyi böyle övmesini biliyorsun, şair olacaksın” der. gerçekte şiir tam bir kedi portresi çizmektedir, belki de bir “Van kedi”sidir betimlediği.
“Gölgesi” isimli şiirini Suat Derviş’e ithaf etmiştir, mısralarında şair beraber yürüdüğü kadının kendisini dinlemediğinden ve kedisini anlattığından yakınmaktadır:
- gönlümün elemini döküyorken ona ben,
- bana kedisini, gülerek naklediyor:
- “bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı.”
Yeşil deniz gibi gözleri vardı
Beyaz tüyleriyle bir küme kardı
Ağzını süsleyen sedef dişlerdi
Baygın nazarı ta ruha işlerdi
Severken aldatıp birden kaçardı
Okşarken apansız pençe açardı
Onda bir kadının gururu vardı
Sürmeli gözlerinden riya akardı.
Sevgili, kedi ve mavi boncuk üçlemesi bir rubaisinde de yer bulur:
Ne nurdan
Ne çamurdan,
Sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk
Yuğrumlarındaki farkla hepsi aynı hamurdan…
Piraye’yi düşlerken yazdığı “Saat 21-22” şiirinde” de bir kedi vardır :
23 Eylül 1945
O şimdi ne yapıyor,
Şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor.
Hapishanede yazdığı “Kızkapan Oğlu Vehpi ve Çocuk Muhittine Dair” şiirinde 13 yaşındaki Muhittin’i anlatır, hayvanlar aleminden yardım alarak:
Muhittin 13 yaşındadır.
Zorla çıkarılmazsa çıkmaz
Bir fare gibi girdiği köşesinden,
Saklar kendini pençesinden
Yılan gözlü bir kedinin…
“Neyi Bildirir Sayılar” şiirinde bir yandan savaş karşıtlığına vurgu yaparken, bir yandan da açlık sorununa işaret eder. Kediler yine orada, açlığın da hayatın da yanı başındadır.
Yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
%80’imiz aç yıl 1962
62 yılında 2 avcı uçağını sofraya koysak
Çevirsek ete ekmeğe şaraba salataya
40 milyon insan doyasıya yer içer
40 milyon kediye de artar
Ekmekten etten kediler salata yemez şarap içmez
Kedileri ben kattım ziyafete
Bursa Hapisanesi’nden yazdığı ilk şiirde de kediler vardır:
Bir aydır ki hapishane geceleri böyledir :
Kızgın dişi kediler
apışları ıslak
tüyleri diken diken enselerinde diş yerleri –
bazan kuş
bazan insan sesi çıkarıp dolaşıyorlar
gebe kalana kadar.
Bir başka kedili şiiri “Masalların Masalı” başlıklı olanıdır.
Su başında durmuşuz
Çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor
Çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze
Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek
Kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim
Kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek Kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
Güneş kalacak.
Sonra o da gidecek.
Zaman içinde arşivlerde kalmış şiirleri g yüzüne çıkıyor Nazım Hikmet’in.
Belki de bir başka kedili şiiri daha vardır, kim bilir?